Mart ayı, faşizme, gericiliğe ve sömürüye karşı kararlı bir mücadelenin, direnişin tarihidir.Mart ayı, aynı zamanda katliamlar ile direnişin iç içe geçtiği bir aydır.
Ölümsüzlüğün de direniş tahrimize altın harflerle kaydedildiği bir aydır.
Paris Komünü başkaldırısı,8 Mart emekçi kadınlar mücadelesi, Newroz`la birleşen serhildanlara kadar uzanan tarih hepimize ait olmasının yanısıra, bize Mart ayının direnişini hatırlatır. Hepimize büyük bir moral kaynağı olur.
Devrimci dayanışmanın destansı bir örneği olan Kızıldere ile İstanbul-Kartal, Diyarbakır zindanlarındaki direniş ve Gazi-Ümraniye'ye kadar olan tarih, Mart ayında hepimize umut ve hüzün yaşatır. Mart ayında gerçekleşen direniş destanları kadar acının ve hüzünün kendisini çok derinde hissettirdiği bir aydır. Halepçe de yaşandığı gibi.
Bu direnişi ve acıyı kronoljik olarak hatırlayacak olursak; 16 Mart 1978 de İstanbul Ünivesitesi'nden çıkan öğrencilerin üzerine bombalar atılıp,7 öğrencinin ölmesine, çok sayıda öğrencinin yaralanmasına neden olan katliam...
13 Mart 1982 de İzmir de askeri faşist cunta tarafından oluşturulan mahkemelerin üç devrimcinin Seyit Konuk, İbrahim Ethem Çoşkun ve Necati Vardar`ın idam edilmesi...
21 Mart 1982 de Newroz ateşini yakarak ölümsüzleşen Mazlum Doğan.
2-5 Mart tarihlerinde ölüm orcunda ölümsüzleşen Cemal Arat ve Orhan Keskin.
12 Mart 1995 de Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde göçle gelerek Gazi Mahallesine yerleşen yoksul halka karşı kontrgerilla saldırısında hayatını kaybeden 70 yaşındaki Halil Kaya ile birlikte 5`i ağır 25 sivil insanın yaralanması, bu katliamı Ümraniye de protesto eden halkın üzerine polisin ateş açması sonucu Gazi de 12,Ümraniye de 5 devrimcinin yaşamını yitirmesi...
16 Mart 1988 de Saddam'ın emriyle Halepçe de kullanılan kimyasal gazlar ile çoğunluğu çocuk ve kadın 5000 sivilin katledilmesi...
12 Mart 2004 de Suriye'nin kuzeyinde Kamışlı da Baas rejimine bağlı askerlerce düzenlenen saldırıda 52 sivilin katledilmesi,binlerce insanın yaralanması...
6 Mart 1993 de Bedri Yağan ile Gürcan Özgür Aydın, Menekşe Meral, Asiye Kasap ve Rifat Kasap`in katledilmesi..
30 Mart 1995 de silahlı saldırı sonucu katledilen Samandağ DEP eski ilçe başkanı Yahya Latifeci ve Samandağ Halkevi kurucusu Mehmet Latifeci'nin kurulan pusu ile evinin önünden infaz edilmesi...
30 Mart 1972 de Mahir Çayan ile dokuz devrimcinin Kızıldere'de katledilmeleri vb. çoğaltabiliriz.
Bilinmelidir ki,katledilenler, idealleri uğruna,büyük zorluklara göğüs gererek, direnişlerle ölümsüzleşerek aramızda ayrıldılar.
Andrei Tarkovski`nin ” Öleceğimiz günü bilmemek bizi ölümsüz kılar” belirlemesinde ifadesini bulan bu gerçeklilik adeta 6 Mart için söylenmiştir. Ancak reel/gerçek olan tarihi anları aşıp hâlâ yaşıyor olmaktır.
30 Mart 1972 Kızıldere de Mahir Çayan,Cihan Alptekin,Ertan Saruhan, Ahmet Atasoy,Ömer Ayna, Nihat Yilmaz,Sabahattin Kurt, Saffet Alp, Kazım Özüdoğru, 3 THKO savaşcısının idamlarını engellemek için “Biz buraya dönmeye değil, savaşmaya geldik” kararlığıyla Kızıldere de ölümü kucaklayark ölümsüzleşenler...
Helikopter destekli özel askeri birlikler ile makineli ağir silahların kullanıldığı bu saldırıda Mahir Çayan ve On`lar katledildi. Mart ayının bu unutlmaz kaltliamı,yüreklerimizden hala dinmeyen bir acı olarak kaldı.Mart ayı,onları hep yüreğimize, bilincimize gömdüğümüz bir ay olarak mücadelemizden daima minnetle anılacaklardır.
Bu oldukça canlı devrimci dinamik potansiyel bir çok farklı örgütlenmeye de zeminini oluşturdu. Bu zeminde örgütlenen hareketler, bu devrimci potansiyeli mülkiyet mantığıyla sahiplenmeye başlayınca, siyasi içerikte yoksun gruplaşmaların önü de alınamdı. Birbirinin siyasi karşıtlığı temelinde örgütlenen bazı anlayışlar, pratik içinde doğru yolun bulunacağını zannetmeye başladılar.
Kerameti kendinden menkül bu kişiler ideolojiyi küçümsemeleriyle,başarısızlıkları ve yenilgileri de kader olarak görmeye başladılar. Başarısızlıkları da hep başkalarının üzerine yıkmaya çalıştılar.
“.... burjuva ideolojisi ile proletarya ideolojisinin arasını bulmak imkansızdı. Mihri Belli gibi düşünenlere Lenin'in 'Ne Yapmalı' adlı eserinde “Yapılacak tek şey,ya burjuva,ya da sosyalist ideoloji arasında seçim yapmaktır.(Çünkü insan oğlu bir “üçüncü” ideoloji yaratmamıştır, ve üstelik, sınıf çelişkileriyle bölünmüş bir toplumda, sınıf niteliği taşımayan ya da sınıflar-üstü bir ideoloji olamaz). Onun için sosyalist ideolojiyi herhangi bir biçimde küçümsenek,bu ideolojiye azıcık olsun sırt çevirmek burjuva ideolojisini güçlendirmek anlamını taşır...” diyerek Kurtuluş dergisinde M. Belli'ye cevap verilirken,birbirinin siyasi karşıtlığı üzerinde örgütlelen bu siyasi hareketlerde ideolojinin esamasi okunmuyor.(1965 – 1971 Türkiye`de Devrimci Mücadele ve DEV-GENÇ, 1970 yılı sonlarında Kurtuluş yayınlarında basılan Broşür, Devrimci Tavir Yayınları-2)
Bugün hem ideolojik hem de pratik olarak geçmişin oldukça gerisine düşen bu anlayışlar,burjuva ideolojisinin etkisi altınada,miliyetçi şoven söylem daha popüler bir içerik kazandı. Bu anlayışlar burjuva ideolojisine tavır almaktan zorlanırlarken, dönemin/sürecin karakteri gereğiyi ustaca manevralarla devrimci-demokratik hareketler ile kendi aralarına mesafe koymayı da ihmal etmeden başarılı bir biçimde sürdürüyorlar. Bugünkü konjüktüre denk düşen bu durum ve yaklaşım,gelecekte aynı ideolojik saiklerle sürdürülebilinir mi görecegiz.Bu yapılarda proletaryanin bilinci erezyona uğradığı için sosyalist ideolojiye sırt dönmenin gerekçeleri üzerine çok iddalı şeylerin söylenmesi ilkesizliğin revaçta olduğu, teorik düşüncenin zayıfladığı anlamına gelir ki, tasfiyenin her boyutuyla devrede olduğu bu eğilimlerde hemşerlik, kafa kol ilişkisi kaçınılmaz olarak rağbet görür.
Devrimci bilincin köreldiği yerde ilkelliğin ve buna benzer kaba iticiliğin rağbet görmesi bu uygun rol üstlenen figüranların ortaya çıkması da doğaldır.