Demokratik ulus, dar-geniş üniter devlet ve cumhurbaşkanı adayları                                                

Her konu da olduğu gibi demokratik ulus ve üniter devlet sorununda da tam bir kargaşa ve bir bilmemezlik durumu yaşanıyor. Sanırım konuyu kısaca özetlemek gerekiyor. 

Uluslaşma adını verdiğimiz demokratik ulus süreci, Fransa’da ihtilal, diğer Avrupa ülkelerinde tedrici gelişmelerle sürdürülen burjuva demokratik devrimin doğal sonucudur. Toplumun her kesimini, ortak Pazar etrafında buluşturan burjuva devriminin ilk yılları, farklı kültür ve dilleri dışlamayan ve doğal süreç içinde onları kabul eden bir demokratik içeriğe sahipti. Bu süre, kapitalist ülkelerinin hem sömürgecilik hem de kapitalizmin daha fazla kar içeren yasalarıyla çeliştiği için çok kısa sürdü. Demokratik ulus, önce emperyalist ülkelerde geniş üniter devlete, sonra da bizim gibi ülkelerde dar-ırkçı-tekçi üniter devlet haline dönüştü.   

Örneğin İngiltere, Birleşik Krallık olarak 4 ayrı ulus ve ülkeden oluşuyor: İngiltere, Kuzey İrlanda, İskoçya ve Galler. Bu siyasi yapılanmaya büyük ‘demokratik’ üniter devlet adı veriliyor. Bu devlet biçimi, ABD ve bazı Avrupa ülkelerinde de Federal devlet olarak adlandırılıyor. Bu devlet biçimleri, tekçi devlete göre ileri bir görünüm arz etmekte ve çoğu ulus liderleri bunu bize demokratik ulus olarak tanıtmaktadırlar. Demokratiklik açısından, ‘nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça’. Çünkü batı Avrupa ülkelerinin bu tip devlet örgütlenmesi, burjuva devrimin ilk yıllarındaki demokratik içeriğinden tümüyle uzaklaşmış bulunmaktadır. Tıpkı devrim dönemlerindeki düşünme-örgütlenme- gösteri haklarının yani özgürlük-kardeşlik ve eşitlik taleplerinin yerine bugün tam bir şov ve laf salatalığının yer alması gibi! Bunu bir örnekle açıklayabilirim. İspanya da 2017 yılında135 kişilik özerk Katalonya parlamentosu 70’e 10 oy ile İspanya’dan ayrılma kararı aldı. Bu kararı alanların başına gelmedik kalmadığı gibi, Başbakan canını zor kurtardı, Avrupa’ya kaçtı. İspanya merkezi hükümeti ise bakın neler yaptı: 

Anayasanın 155. Maddesine bağlı olarak; Katalonya hükümetini görevden aldı, Katalonya parlamentosu feshedildi ve Katalonya'nın bağımsızlık ilanı, 'yasa dışı' olarak açıklandı. Demokrasi konusunda ortalığı kasıp kavuran AB(Avrupa Birliği ’de) da bu kararı onayladığını açıkladı. Eğer 2014 yılındaki İskoçya’daki bağımsızlık referandumunu ayrılık taraftarları kazanmış olsaydı, emin olun ki onların da başına aynı şeyler gelecekti!   

Peki, sorun nerede? Sorun ‘ulusların kendi kaderini tayin etme hakkının’ Birleşmiş Milletler Şartının ilk bölümünde yer alması ve Kapitalist tüm ülkeler tarafından (Tabi Türkiye tarafından da) kabul ediliyor olmasında yatmaktadır. 1776 yılındaki Amerikan Bağımsızlık bildirgesi de bu hakka dayanılarak ilan edilmişti. Peki, pratikte ki sonuç nedir? Tam tersi! Bir ulusun parlamentosu ayrılma yönünde karar alıyor ama ‘ulusların kendi kaderini tayin etme hakkını’ kabul eden İspanya oligarşisi, kendi ülkesinde bunun tam tersi davranışı gösteriyor. Tıpkı Güney Afrika’nın bağımsızlığını bu şarta bağlı olarak kabul eden Türkiye’nin, Kürt ulusunun varlığını inkâr ettiği gibi! Şaşırdık mı hayır! İkiyüzlülük, emperyalizm ve uydularının damarlarında dolaşan kan gibidir. O olmadan yaşayamazlar! Şimdi bu gerçeğin konumuzla ilgisine bakalım: 

Birincisi, Abdullah Öcalan’ın, Demokratik Ulus tezini, Batı devletleri çerçevesinde savunduğunu görüyoruz. Örneğin, daha önce milletvekilliği de yapmış N. Aydoğan’ın konuşması, bize gerekli bilgiyi veriyor: Kürtlerin ayrı devlet kurmasının önünde A. Öcalan’ın olduğunu ve bu görüşün bir model (paradigma) teşkil ettiğini söylüyor. Eğer siz ayrılma hakkını Kürt halkı kullanmayacak, bu tamamen Öcalan’ın tasarrufunda derseniz, ulusların kendi kaderini tayin etme hakkını tanımıyoruz demiş olursunuz! Bu sorun, boşanma hakkının kadına tanınması gibidir. Eğer kadının boşanma hakkını kabul ediyorsanız, bu hak, kadınların kocalarından mutlaka ‘boşanması gerekiyor’ şeklinde yorumlanamaz. Evet, bu hak onlara verilmiştir fakat kadınlar, bu haklarını kullanıp kullanmakta tamamen serbesttirler. Tıpkı uluslar da bulundukları toplumlardan isterlerse ayrılır, isterlerse birlik yönünde davranırlar. Bu tamamen onlara ait bir tasarruftur ve bunun yerine hiçbir lider veya örgütün kararı ikame edilemez! Sadece ajit-prop hakları vardır. 

Fakat diğer yanda; Kürt halkı ve Türkiye halkının kafası suya bastırılmış bekletiliyor. Boğulmak üzereler! Bu açıdan muhalefetin parlamenter sistem ve A. Öcalan’ın ‘demokratik’ Ulus önerileri, tüm anti demokratiklerine rağmen farklı ulustan milyonların desteğini alıyor.  

İkinci nokta ise; ülkemizde Türk-İslam Sentezi yani ırkçı Üniter devlet örgütlenmesinin yürürlükte olmasıdır. Bunun için Milli Siyaset Belgesi adında Kırmızı Anayasa var. Milli Güvenlik Kurulu- Özel Harp Dairesi, Özel istihbarat kurumları vs. bulunmaktadır. Bu yapılanma genel hatlarıyla NATO konseptine bağlı olarak örgütlenmiştir. Fakat İttihatçı-ırkçı ideoloji, devletin aklı olarak kabul ediliyor. Yani motor NATO’dan, yağ-mazot bizimkilerden! Sonuçta ülkemizde devlet, kendi içinde 7 kocalı Hürmüz gibi çeteci-soyguncu-katil çetelerden oluşuyor. Düşünün; Başbakan, Cumhurbaşkanlarına bile suikast yapan bu çeteler, 2015 darbe sürecinde RTE’yi bile öldürmeyi planlayabiliyorlar. Tıpkı RTE’nin de Binali Yıldırım’ı aynı süreçte öldürmeyi planlaması gibi. İşte böylesine insani tüm değerlerden yoksun çeteleşmiş bir devletin, geniş üniter sisteme karşı, açıktan veya gizlice direneceğini ve aralarında ittifaka bile girebileceklerini öngörebiliriz.  

Bu iki bilgiden çıkan öz şudur: Kitleler, bu durum karşısında ne yapacaklar? Bakalım:      

SEÇİMLER VE MUHALEFETİN CUMHURBAŞKANI ADAYLARI 

Özet olarak emperyalistlerin bölgedeki stratejisi; Kürt özgürlük mücadelesini dizginlemek, kendilerine bağlı ikinci bir İsrail yaratmak, tabi bölgede ki çıbanbaşı olarak görülen PKK’yi da etkisiz hale getirmek olarak özetlenebilir. Bunun için savaş ve reformlar iç içe sürdürülüyor: Barış masası kuruldu olmadı. Baskılar, katliamlar, insan haklarının yanından geçmeyen uygulamalar ve sayısız operasyonlar yapıldı yine olmadı. Şimdi de ABD, Avrupa ve NATO, birlikte, Kandil operasyonu ile sonuç almaya çalışıyorlar. Amaç, bölgede kendilerine ait dikensiz gül bahçesi kurmak. Bu açıdan bu operasyon, RTE’nin son şansı!   

Emperyalistler her şeye rağmen, RTE’yi değiştirmek istiyorlar! Bunu başarabilecekler mi bilmiyorum. Daha önce RTE, tüm hamleleri savuşturmayı bilmişti. Bu nedenle şimdi de A- Uzlaşıp aday olmayabilir, B- Yeni hamlelere de hazırlanabilir! Bu hamleler, daha çok seçim hileleri, seçmeni yıldırma, şiddet, provokasyonlar, patronlarına cazip tavizler vermek vb. şeklinde olacaktır. Fakat bunları yapabilmek için AVRASYA‘cılardan onay alması şart vs.    

Muhalefetin ise, şimdilik üç adayı olduğunu görüyoruz.   

1- Bu aday, son kazayı saymazsak İMAMOĞLU olarak bulunmuştu aslında. İmamoğlu’nun Kürtlerle olan ilgisi, Kürt ve diğer şehirleri ziyareti ve devletin derinleriyle özel irtibatı, onun bu konuda ki ideal aday olduğunu gösteriyordu. Bu açıdan gelinen noktada İmamoğlu ile ilgili şu tespit yapılabilir: eğer seçim normal zamanda yapılacak olursa, adaylığı olabilir. Erken seçim olursa şansı oldukça az.  

2-  İkinci aday yedek kulübede ısınan Kılıçdaroğlu’dur. Gelişmelere bakalım:  

a-  Son bir-iki yıldır CHP yönetiminin ilginç siyasi grafiğini izliyoruz. Her şeyden önce Kılıçdaroğlu dâhil tüm kurmaylar, normal vatandaş söylemiş olsa, yıllarca hapis yatacağı, RTE’ye hakarete varan lafları etmekte ama onlara dokunulmamakta. Daha önce olmayan bu gücü, şimdi nereden buluyorlar dersiniz?   

b-  Bugüne kadar devlet aklı denen Türk-İslam sentezi doğrultusunda, iktidarın sayısız kararlarına imza atan CHP merkezi, son tezkere oylamasında hayır oyu verdi. 

c-  Yine tarihinde ilk defa bir CHP başkanı Diyarbakır’ı ziyaret ediyordu. Helalleşme çağrısını da bu çerçeve de düşünmeliyiz! İlerde ne olur bilemeyiz! 

d-  Kürtler ve HDP ile olan ilişkilerini, sadece seçimlerde onların oyunu almaya yönelik olduğunu düşünürsek yanılırız. CHP kurmaylarından bir heyetin, Barzani iktidarının ziyaretine gidişini, hangi oy alma kategorisi içine alabiliriz ki? Bir planın parçası olduğu belli!   

e-  Kılıçdaroğlu’nun, devletini zor durumda bırakmayacak fakat diğer taraftan da toplumun sorunlarına karşı duyarsız kalmamak ve onlarla ilişkiyi canlı tutmak için yaptığı eylemlerinde ( devlet kurumlarını örneğin SADAT ziyareti, elektrik faturasını ödememek vb.leri) bir yerlerden cesaret almışlık seziliyor!  

3-  Üçüncü aday ise M. Yavaş'tır. Kürt sorununa ilişkin herhangi bir açılımı olmayan bu milliyetçi kişinin, dürüst kişiliği ile puan topladığını görüyoruz. Fakat projenin içinde ne kadar yer alacağı yani adaylığı, tamamen İYİ Parti’nin, geniş üniter devlet konusundaki tavrına bağlı olarak şekillenecek gibi gözüküyor.  

Sonuç olarak; Proletarya ve emekçilerin örgütlü bir gücünün olmadığı bu şartlar da onlar adına laf eden devrimciler olarak, temel felsefemizi ve taktiklerimizi özetlemek istiyorum: 

Stratejimiz: emperyalist güçler, ülkemizdeki gibi ırkçı-dar üniter devlet(geçmişteki Güney Afrika’da olduğu gibi) yerine, geniş-büyük fakat anti demokratik üniter devlet önerisini ikame etmek istiyorlar. Örneğin G. Afrika halkı, ırkçı-Apartheit üniter devletlerini yıktı fakat sömürüden, aşağılanmaktan, ötekileştirilmekten kurtulamadılar. Çünkü ülkeleri hala kapitalist sistemle yönetiliyor. Sorun şu: üniter devleti veya monarşiyi yıkarken, demokratik cumhuriyete ve sosyalizme yönelmezseniz sonuçta değişen bir şey olmaz! Ama bu yönelişi sağlayacak gücümüz ülkemizde bugün için yok! Bu nedenle:  

Taktiğimiz; bugün içinde bulunduğumuz bilinçsizlik ve örgütsüzlük-öznel durum nedeniyle;  tıpkı Lenin’in Almanlarla yaptığı Brest-Litovsk’da; Mao’nun, Japon işgaline karşı faşist Çan Kay Şek (Chiang Kai-shek) ile ve Stalin’in Hitler tehlikesi karşısında ABD ve İngilizlerle yaptığı antlaşma gibi bizler de burjuva muhalefetin adayını desteklemek durumundayız. Nedenimiz ise açıktır:   

Tekçi üniter devlete karşı, büyük ve geniş üniter devlet yapılanmasının peşinden giden milyonlarca Kürt halkı ve diğerleriyle, Tek adam denen monarşiye karşı, parlamenter sistemin peşinden giden milyonlarca Türk halkı ve diğerleriyle, yani milyonlarla, kalıcı huzur ve refahı sağlayacak olan demokratik-sosyalist hedeflerimize onları kazanmak için ayrılmayacak, birlikte olacağız. Bugünkü büyük tehlikeden kurtulmak için de bu şart!