“Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayrı eşkıyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına...”[1]
“Roboskî’nin üzerinden kaç yıl geçti?” sorusu önemli olsa da, bundan daha da önemli olan “Ne yapıldı?”; ya da yeniden ve bir kez daha 1943 Temmuz’unda Van’ın Özalp ilçesindeki “33 Kurşun Katliamı” benzer biçimde “hâlledilmesi”(!?) miydi?[2]
“Nasıl” mı?
Bilmiyor olamazsınız! 11 Haziran 2013’de Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı Roboskî soruşturmasında takipsizlik kararı verdi…[3]
* * * * *
Coğrafyamızda durmadan hak ihlâllerinden söz etmeyip de neyden söz edeceğiz? Yaşananlar, bu hak ihlâllerinin göz ardı edilmemesi gereken bir parçası değil mi zaten?
Oysa İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 2. maddesi, “Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka türden kanaat, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuş veya başka türden statü gibi herhangi bir ayrım gözetmeksizin, bu bildirgede belirtilen tüm hak ve özgürlüklere sahiptir,” demesine der de… Coğrafyamızda denilenler çoğu kez hükümsüzdür; resmi ideolojinin “İnsan Haklarıyla İnsandır” gerçeğini tırnak içinde aldığı koordinatlarda…
Hicri İzgören’in, “İnsan hakları, onuru, eşitliği, özgürlüğü yaşatacak kurallardır. Bu kurallar, insanı insan yapan kurallar olarak da tarif edilebilir,”[4] diye tanımladığı hakikât XIII. yüzyılda ‘Magna Carta’ ile doğmuş olsa da, 500 yıl sonra da ‘Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’ ve ‘Fransız Devrimi’yle ete kemiğe bürünmüş, 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilerek üye ülkeleri bağlayıcı bir meşruiyet kazanabilmişti.
Lakin 600 yıl süren egemene, hükümdara, devlete karşı bireyin hak ve özgürlüklerini koruma mücadelesinin ürünü olan bu kavramın, BM’de kabul edilmesinin üzerinden 50 yıl bile geçmeden, içeriği değişerek, “egemenlerin” ülkelerin istikrarını bozma, hükümetlerini devirme ya da diktatörlere göz yumma aracına dönüştürüldüğü unutulmamalıdır elbet…
* * * * *
Her türlü demagojiye rağmen;[5] buradan coğrafyamıza dair bir parantez açmakta fayda var; ‘The Economist Group’un, ‘Küresel Demokrasi Raporu’na (2024) göre Türkiye, “hibrit demokrasi” ülkeleri arasında yer alıyor.
‘Economist Intelligence Unit’ (EIU)’in demokrasi 2023 raporuna göre, 2022 yılında 103’üncü sırada yer alan Türkiye, 1 sıra yükselerek 4.33 puan ile sıralamada 102’nci oldu. Raporda, Türkiye’nin “167 ülke arasında 102’nci olarak hibrit rejim kategorisinin alt sıralarına yakın” olduğu belirtildi.[6]
21 yıllık Erdoğan/AKP iktidarı Türkiye demokrasi endeksinde 167 ülke arasında 103. Sırada yer alırken;
Basın özgürlüğü endeksinde: 180 ülke arasında 165. sırada…
Refah endeksinde: 167 ülke arasında 93. sırada…
Mutluluk endeksinde: 112 ülke arasında 102. sırada…
Enflasyon endeksinde: Avrupa’da en yüksek, dünyada 10. sırada…
Ayrıca, FATF’nin dünyadaki kara para aklama listelerine göre, kara listenin bir üstünde yer alan gri listede bulunuyor...[7]
Ülkede iktidarın ve yandaş medyanın LGBTİ+’lara yönelik nefret dili, şiddeti körüklemeye devam ediyor. ILGA’nın ‘Gökkuşağı 2024 Endeksi’ne göre Türkiye LGBTİ+ haklarında 49 Avrupa ülkesi arasında 47’nci sıradayken;[8] eski Ankara Barosu Başkanı Hakan Canduran, Türkiye’nin adım adım faşizme gittiği vurgusuyla, “Artık hâkim ve savcılar parti üyesi hâline geldi,”[9] dedi.[10]
Kolay mı? ‘Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ (AİHM) verilerine göre, mahkemenin 68 bin 450 davalık toplam dava yükünün 23 bin 397’sini Türkiye menşeli davalar oluşturdu.
‘Euronews’in haberine göre de bekleyen davaların yüzde 34.2’si Türkiye’den. Türkiye 2023’de en çok “adil yargılanma hakkının ihlâli” ile “güvenlik ve özgürlük hakkının ihlâli” konularında mahkûm edildi.[11]
“Türkiye’nin insan hakları karnesi zayıf”ken;[12] dahası da var!
‘Türkiye İnsan Hakları Vakfı’na (TİHV) yapılan işkence ve kötü muamele başvuruları 2 yılda yüzde 11 arttı.[13]
TİHV 2018-2021 kesitinde 14 bine yakın kişinin işkenceyle gözaltına alındığını duyurdu.[14]
AKP’nin iktidarda olduğu 20 yılda en az 7 bin 71 kadın, en az 28 bin 577 iş ve en az 125 nefret cinayeti işlendi.[15]
AİHM’nin istatistiklerine göre, insan haklarını en çok ihlâl eden ülkelerin başında Türkiye geliyor. ve Türkiye’de tutuklamalarla ilgili sistematik ve yaygın bir sorun var. En fazla ihlâl kararı da haksız ve usulsüz tutuklamalarla ilgili.
‘İnsan Hakları İzleme Örgütü/ Human Rights Watch’un insan hakları raporlarında, polis ve savcılık sorguları ile mahkeme dosyalarından hareketle, Türkiye’de polisin aşırı güç kullandığı, başta yaşama hakkı olmak üzere, işkence ve kötü muamele konularında ülkemizin insan hakları karnesinin Avrupa ülkelerinin tamamından daha kötü durumda olduğu vurgulanıyor.[16]
TİHV Dokümantasyon Merkezi verilerine göre, 16 Ağustos 2015 ile 1 Ocak 2020 kesitinde 11 il ve en az 51 ilçede en az 381 sokağa çıkma yasağı ilanı gerçekleşti.[17]
2015-2019 toplantı ve gösteri özgürlüğüne yönelik 4 bin 771 ihlâl yaşandı. 3 bin 102 öğrenci ifade, toplantı, gösteri ve örgütlenme özgürlüklerini kullanırken hak ihlâline maruz kaldı.[18]
Türkiye’de işkenceye “sıfır tolerans” deseler de, gerçekler farklı: İşkencecilere tolerans yüksekken;[19] milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun açıkladığı rapora göre, “Ülkeden gitmek isteyen kişi oranı ise yüzde 83.9” civarına.[20]
* * * * *
Bu hâl(ler)i, “Cumhuriyetimizin hep bir demokratikleşme sorunu oldu”;[21] toptancılığıyla da, 100 yıllık tarihinin sonunda Cumhuriyet’i kurucu birikimleri ekseninde kesintisiz bir süreç olarak düşünmek mümkün değil,”[22] kestirmeciliğiyle te’vil etmek olası değildir!
“Nasıl” mı?
Bir zamanlar Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Resmi ideoloji ırkçı bir kişilik taşıyor, bu yapısıyla da milli bütünlüğü koruması mümkün değildir. Şu anda Türkiye Cumhuriyeti’nde 27 etnik grup yaşamakta. Bu 27 etnik grubun da varlıklarının tanınması gerekmektedir. ‘Türkiye Türklerindir’ gibi tezler yanlıştır. Türkiye, Türkiye’de yaşayan herkesindir. Bir inanç birlikteliği bu insanların bütünlüğünü sağlayabilir. Aksi takdirde milli bütünlüğümüzü sağlamak mümkün değildir. Temel sorunlarımız noktasında ana başlıklar olarak bunları söyleyebiliriz,”[23] demiş ve sonradan vazgeçmiş olsa da; durum Özdemir İnce’nin, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti ‘üniter bir ulus devlet’tir ve bu türden devletler ‘Bölünmez bir bütün’ olarak bu hukukun koruması altındadır,”[24] formülasyonundaki üzeredir; ne bir eksik ne de bir fazla!
Yani bu böyle bir “cumhuriyet”tir; ne bir eksik ne de bir fazla![25]
Roboskî(ler)’de bunun için vardır; sürmektedir!
* * * * *
Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Roboskî köyünde 28 Aralık 2011’de 17’si çocuk, 34 kişinin Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) ait savaş uçakları ile bombalanarak katledilmesinin üzerinden yıllar geçse de, Roboskî hâlâ kanıyor…
28 Aralık 2011’nin öğle saatlerinde Kürt köylüler sınırı geçmek için yola çıktı. Kimi sigara, mazot, kimi şeker ya da pirinç, çay alacak, sonra da geri dönüp bunları satacaklardı. Yeni de değildi, burada yaşayanlar uzun yıllardır yaşamlarını kaçakçılıkla geçiriyorlardı. Başka çare de yoktu. Bunu bölgedeki karakolların tamamı da biliyordu. Öyle çok para da değildi, kişi başı en fazla 150 lira kazanıyorlardı. O akşam döndüklerinde sınırın kapatıldığını gördüler. Bir süre sonra önlerine aydınlatma ve tahrip mermileri atıldı. İki gruba ayrılıp beklemeye başladılar, ‘Çatışma vardır, bitince açarlar’ diyorlardı. Öyle ya karakol biliyordu gittiklerini. Öyle olmadı. 21.39 ila 22.24 saatleri arasında, iki uçaktan üzerlerine 4 bomba bırakıldı. Bombardıman sonucunda 34 kişi yaşamını yitirdi.
Akşamdan sabaha kadar hiçbir haber merkezi katliamı duyurmadı. Ertesi gün öğle saatlerinde, herkes duyduğunda bile haber yapmadı merkez medya! Ta ki Genelkurmay Başkanlığının resmi duyurusuna kadar…
O dönem Başbakanlık koltuğunda oturan Recep Tayyip Erdoğan ilk açıklamasında, “Genelkurmay Başkanı ve komuta kademesine bu konudaki hassasiyeti nedeniyle medyaya rağmen teşekkür ediyorum,” dedi.
Yandaş medya olayın üzerinden 12 saat geçmesine rağmen, ancak TSK’den yapılan açıklamadan sonra haberi verebildi. Yapılan haberler ise ölenlerin sivil olması ve adları dahi bilinmesine rağmen devleti aklama üzerine kurulu idi.
Erdoğan, “Genelkurmay Başkanı ve komuta kademesine bu konudaki hassasiyeti nedeniyle teşekkür ediyorum” diyerek sivil katliamı görmezden geldi. Katliama yönelik tepkilerin büyümesi ardından Gülyazı Sınır Alay Komutan Vekili görevinden alınırken, 17 muvazzaf askere de sınır kaçakçılığına göz yumdukları gerekçesiyle “görevi ihmal” gerekçesiyle soruşturma açıldı. Ancak katliamın emrinin verildiği Genelkurmay Başkanlığı’ndaki sorumlulara tek bir dava açılmadı.
Katliamı kimin yaptığı ve ölenlerin kim olduğu açık bir şekilde belli iken, devletin tüm kurumları, olayı örtbas etme yarışına girdi. Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Uludere Alt Komisyonu’nun raporunda “Kasıt yok, koordinasyonsuzluk var” denildi. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı ve Genelkurmay Askeri Başsavcılığı ise, “Taksirle ölüme sebebiyet vermek” gerekçesiyle açılan soruşturmada, görevsizlik ve takipsizlik kararı verdi.
2. Ordu Komutanlığı İstihbarat Dairesi Başkanının, Roboskî’de sınırı geçen grubun kaçakçı olduğunu üstlerine bildirdiklerini ama dikkate almadığını söylediği ortaya çıkmasına rağmen Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) yapılan başvuru reddedildi. Bir katliamın bütün sorumlularını açığa çıkaran delillere rağmen devletin tüm kurum ve kuruluşları, tek bir elden Roboskî dosyasını Ankara dehlizlerinde adeta yok etti.[26]
Kolay mı? “30-40 kişilik grup, katırlar, insanlar var. O yükseklikten bu Ahmet midir? Mehmet midir? Bilmek mümkün değil. TSK görevini samimi şekilde yapmıştır. Tazminatı da açıkladık. Ama birileri istismar ediyor. Allah aşkına tazminatsa tazminat... İlla terör örgütünün istediğini mi söyleyeceğiz. Kusura bakmasınlar,” demişti Erdoğan…
Bu sözler soruşturmanın akıbeti açısından ipuçları veriyordu: Diyarbakır Başsavcılığı, dosyayı Genelkurmay Askeri Savcılığına gönderdi. Ocak 2014’te askeri savcı ordunun suçu olmadığına ve yargılanmayacağına hükmetti. Anayasa Mahkemesi davayı “Evraklar geç gönderildi” diyerek reddetti. AİHM de “iç hukuk yolları tüketilmediği” gerekçesiyle başvuruyu kabul edilemez buldu.
Sonuçta aradan geçen yıllarda bütün soruşturmalar kapatıldı. Ailelerin adalet talepleri yanıtsız kaldı, protestolar bastırıldı, dernekleri kapatıldı.[27]
Böylelikle de iktidar, yargı ve güvenlik üçlüsünün Kürt karşıtlığı ve katliamı üzerindeki konsensüsü Roboskî Katliamı’nda en bariz biçimde açığa çıktı. Ve konsensüs olduğu gibi devam ediyor, hatta daha da pekişmiş durumda.[28]
* * * * *
Roboskî Katliamı’nı takip eden ve ‘Roboskî: Uludere’nin Gözyaşları’ kitabının yazarı eski TBMM CHP Grup Başkanvekili ve Ankara Milletvekili Levent Gök, 34 yurttaşın hemen hemen tamamının çocuk olduğunu vurgulayan vurgulayarak, “4 tanesi 13 yaşında, 20 tanesi ise 18 yaşındaydı. Her biri günde 150 lira para kazanmak için Irak’ın diğer tarafına gidip mazot getirmeye çalışan yoksul aile çocuklarıydı. Ailelerine birer katkı sağlamaya gayret eden çocuklardı. Hayatlarının baharında, hayattan koparıldılar. Sorumlular çok açık ve net devletin tüm üst kademesidir. Ve bu olayla ilgili ne yazık Meclis İnsan Hakları Komisyonu’nda AKP’li üyelerin karşı oyuyla bir rapor hazırlanamadı. Bizim muhalefet şerhimiz vardı. İçişleri Bakanlığı müfettişi raporunda da soruşturma izni verilmemiştir. Ve sonuçta askeri savcılık da takipsizlik kararı vermiştir. Dolayısıyla 34 çocuğumuzun öldüğü bir olay hiçbir tahkikata uğramadan kapatılmaya çalışılmaktadır. Ama insanlık vicdanı bunu diri tutmaya devam edecektir. Ve Uludere’ye, Roboskî’ye adalet mutlaka gelecektir” ifadelerini kullandı.[29]
“Bağımsız yargı Türkiye’de tesis edildiğinde konunun üzerine gidileceğini de umuyoruz,” diyen milletvekili Levent Gök’ün, “Uludere Olayı’nın CHP iktidarında çözüleceği”ni ifade etmesini[30] kesinlikle ciddiye almasam da yine onun -tamamı resmi belgelere dayanan- ‘Roboski: Uludere’nin Gözyaşları’[31] yapıtından aktarıyorum:
“(...) Kullandıkları yolun örgütün kullandığı güzergâh olmadığını, yıllardan beri bu yolu kullandıklarını, köyün içinde ve tepede bulunan askeri birliğin köyde olan biteni görecek konumda olduğunu, kaçakçılığın bu yörenin herkesin bildiği bir iş olduğunu, kaçağa giden insan ve hatta katır sayısının dahi yetkililer tarafından bilindiğini, devlete bağlı yurttaşlar ve çoğunluğun da korucu olduğunu, köyde bulunan Gülyazı Tugayı’yla korucular arasında son derece dinamik bir ilişki bulunduğunu, asker ve korucuların birlikte nöbet tutup sınırı gözetlediklerini, olayda yaşamını yitiren 25 çocuğun ailesinin 20 yıldan fazla bir süredir köy koruculuğu yaptığını, bu durumu hak etmediklerini, devletten tazminat değil, sorumluların bulunmasını ve adalet istediklerini belirtmişlerdir.
Bombalamadan sonra olay yerine yürüyerek gittiklerini, cenazeleri katır sırtında köye getirebildiklerini, olay yerine herhangi bir askeri ve sivil kurtarma ekibinin gelmediğini, yaralıların bir kısmının acil müdahale edilseydi kurtulabileceklerini ifade etmişlerdir. (...)”
Uludere katliamına dair görüntüler Meclis’te kurulan komisyonda izlenirken bakın neler yaşanmıştı:
“(...) Aslında olayla ilgili dönüm noktalarından biri İnsan Hakları Komisyonu’nda basına kapalı olarak yapılan toplantıda komisyon üyelerine ‘Heron’ İnsansız Hava Aracı (İHA) görüntülerinin izletilmesi oldu. O ana kadar olayın vahametini hâlâ çok net idrak edemeyen iktidar partili komisyon üyesi milletvekilleri görüntüleri diğer üyelerle birlikte gözyaşlarıyla izlediler. Hatta bir iktidar partisi mensubu komisyon üyesi milletvekili, ‘Gidip eve çocuklarıma doya doya sarılacağım. Allah kimseye böyle bir acı yaşatmasın’ demiştir. (...)”
Ama yaşıyorduk işte, bu topraklar acının da tarihiydi. 21 Ağustos 2012’de aynı Uludere’de askerleri taşıyan bir minibüsün şarampole devrilmesi sonucu 9 asker ve bir korucu şehit oldu. Devrilen askeri araca yardıma koşan ve bombalamada ölen 34 kişi arasında oğlu da bulunan Emine Ürek’in yaşadıkları kitapta şöyle yer alıyordu:
“Kazada ağır yaralanan bir askerin ‘Anne’ diye bağırdığını belirten Ürek, ‘Yaralı bir askerin başını, yardım gelene kadar dizime koydum. Yerde yaşamını yitiren askerleri görünce oğlum aklıma geldi’ dedi.”
Artık 2023’e giriyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yıllar önce “Ankara’nın derin dehlizlerinde kaybolmaz” dediği Uludere soruşturması davaya dönmedi. Yani kayboldu. Aradan yıllar geçti ama sorumlu olan kimse yargılanmadı.”
* * * * *
Aslında failler belli! Levent Gök kitabında bazı ipuçları veriyor: ‘The Wall Street Journal’ gazetesine göre, AKP’nin sivil ve asker yetkililerinin yanı sıra “Olay günü istihbaratı ABD’li Predatörlerin yaptığı” açıklaması da işin başka bir boyutunu gösteriyor!
Yazar göre MİT’in ikircikli durumu, askeri yetkililerin hatasını ortaya koyan ASELSAN raporu, “Vur emrini veren komutanlar soruşturulsun” diyen Mülkiye Müfettişleri raporu ve iktidarın yarattığı algı çabalarına bakılırsa, faillerin fotoğrafları zaten karşınızda apaçık durmaktadır![32]
Özetle “Cumhuriyet”in eseridir Roboskî(ler)!
13 Aralık 2024 17:55:45, İstanbul.
N O T L A R
[*] Avrupa Demokrat, Aralık 2024…
[1] Ahmed Arif.
[2] 33 Kürt’ün hayvan kaçakçılığı iddiasıyla, III. Ordu komutanı Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın emriyle -yargısız!- kurşuna dizilmesi ve 32’sinin ölümü, birinin kaçması ile sonuçlanan katliam…
[3] Bkz: i) Sibel Özbudun, “Roboskî’nin Kanayan Karanfili”, Özgür Gündem, 4 Ocak 2013; Newroz, Yıl:7, No:227, 4 Ocak 2013…; ii) Sibel Özbudun, “… ‘Devletin Kürtajı’: Roboskî”, Tîroj, Yıl:13, No:73, Mart-Nisan 2015…; iii) Temel Demirer, “Bir Savaş Suçu: Roboskî Katliamı”, Newroz, Yıl:8, No: 261, Tarih: 25 Aralık 2014…; iv) Temel Demirer, “Roboskî: Taammüden Devlet Katliamı!”, Kaldıraç Dergisi, No:151, Ocak 2014…; v) Temel Demirer, “T. ‘C’nin Hülasası: ‘Hayata Dönüş’ Harekâtı’ndan Roboskî’ye!”, Kaldıraç, No:139, Ocak 2013…; vi) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Faili Malûm Kırım; Roboskî”, Rojnameya Newroz, Aralık 2021… https://nupel.tv/sibel-ozbudun-temel-demirer-faili-malûm-kirim-Roboskî/
[4] Hicri İzgören, “İnsan Haklarıyla İnsandır”, Yeni Yaşam, 9 Aralık 2021, s.15.
[5] Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “Uluslararası Af Örgütü’nün muhatabıyız. Biz acayip de mücadeleler yaptık. Özellikle FETÖ’nün, salonda şey yapılan fotoğrafları vardı ya, bu insanlığa aykırıdır falan. Burada biz bu Af Örgütü’yle ilgili her seferinde karşı karşıya geliriz, onlar Türkiye’ye gideceği yeri söylerler, göndeririz, her yeri ziyaret ederler,” ifadelerini kullandı. (Gökhan Altay, “İşte Soylu’nun ‘Yok’ Dediği İşkenceler”, 25 Mayıs 2021… https://artigercek.com/haberler/iste-soylu-nun-yok-dedigi-iskenceler)
[6] “Küresel Demokrasi Raporu: Türkiye Kaçıncı Sırada?”, Cumhuriyet, 16 Şubat 2024, s.7.
[7] Emre Kongar, “Türkiye Yüzyılı Bir Masal mı?”, Cumhuriyet, 2 Kasım 2023, s.2.
[8] “İktidarın Dili Nefreti Körükledi”, Birgün, 18 Mayıs 2024, s.6.
[9] Alican Uludağ, “Ankara Barosu Başkanı Canduran: Artık Yargıçlar Parti Üyesi Gibi”, Cumhuriyet, 17 Temmuz 2017, s.12.
[10] Interpol tarafından kırmızı bülten ile aranan organ kaçakçısı Boris Wolfman’ın 7 yıldır Türkiye’de yaşadığı ortaya çıktı. “Organ ticareti ve kasti insan ölümüne sebebiyet vermek” suçlamalarından aranan İsrailli Wolfman’ın 2017’den beri Türkiye’de bulunduğu belirtildi. (“Kırmızı Bültenle Aranan İsrailli Organ Kaçakçısının 7 Yıldır Türkiye’de Yaşadığı Ortaya Çıktı”, 21 Ekim 2024… https://odakdergisi2.com/kirmizi-bultenle-aranan-israilli-organ-kacakcisinin-7-yildir-turkiyede-yasadigi-ortaya-cikti/)
[11] “Ülkede İşkence Arttı, AİHM’ye Dava Yağdı”, Birgün, 26 Ocak 2024, s.6.
[12] Şevval Aydoğan, “Türkiye’nin Karnesi Zayıf”, Cumhuriyet, 10 Aralık 2022, s.3.
[13] “İşkence ve Kötü Muamele Başvuruları 2 Yılda Yüzde 11 Arttı”, Cumhuriyet, 13 Temmuz 2021, s.9.
[14] “Tam 14 Bin Kişiye İşkenceyle Gözaltı”, Birgün, 23 Mart 2022, s.8.
[15] “AKP’nin 20 Yılı Çok Karanlık”, Birgün, 28 Mart 2022, s.6.
[16] Kemal Akkurt, “İnsan Hakları Evrenseldir”, Cumhuriyet, 10 Aralık 2021, s.2.
[17] “TİHV: 16 Ağustos 2015’ten 2020’ye Kadar En Az 381 Sokağa Çıkma Yasağı İlan Edildi”, Evrensel, 10 Ocak 2020, s.8.
[18] “TİHV: 4 Yılda Eylemlerde 20 Bin Kişi Gözaltına Alındı”, 28 Mayıs 2021… https://www.avrupademokrat.com/tihv-4-yilda-eylemlerde-20-bin-kisi-gozaltina-alindi/
[19] Dilan Esen, “İşkencecilere Yüksek Tolerans”, Birgün, 26 Haziran 2021, s.7.
[20] “İhraç Edilenler Türkiye’den Gitmek İstiyor”, Yeni Yaşam, 16 Şubat 2019, s.5.
[21] Zülfü Livaneli, “Cumhuriyetimizin Gücü”, Birgün, 30 Ekim 2023, s.23.
[22] Önder İşleyen, “Yeni Yüzyıl, Yeni Bir Devrim”, Birgün, 29 Ekim 2023, s.9.
[23] R. T. Erdoğan, editör: Metin Sever-Cem Dizdar, 2. Cumhuriyet Tartışmaları, Başak Yay., 1993, s.422.
[24] Özdemir İnce, “Kürt Sorunu Bilmecesi Nedir?”, Cumhuriyet, 26 Mart 2024, s.3.
[25] Bu konuda Régis Debray şöyle der: “Amerikalıların Cumhuriyet kavramında köyün iki önemli yapısı eczane ve kilisedir. 1789 tipi Cumhuriyette ise okul ve belediyedir.”
Bu iki tip Cumhuriyeti, Debray şöyle ayırmaktadır. “Hepimiz bir karışıklığın sonuçlarını ödüyoruz. Entelektüel bir karışıklık. Fransız Devrimi sonucu Cumhuriyet ile Anglosakson tarihinin modellediği demokrasiyi, inkâr edilmez, bir bilinç bulanıklığı ile karıştırıyoruz. Bütün ‘gerçek cumhuriyetler’ demokratiktir. Ama bütün demokrasiler cumhuriyetçi olmayabilir. (ABD, İngiltere, İsveç vb.). Cumhuriyette devlet toplumu kucaklar, kapsar. Demokraside ise toplum devlete hükmeder. Işıkları söndürdüğümüz zaman cumhuriyetten geriye kalandır demokrasi.”
Régis Debray, “Cumhuriyet öteki rejimler arasında herhangi bir rejim değildir. O ideal bir savaşım tarzıdır. Onun için yasaklar değil bir inanç gerekir (gerektirir)... Aynı zamanda özgürlük, eşitlik gibi yüce hedefler gerektirir.” (Şükrü Kocagöz, “Cumhuriyetçi Olmak”, Cumhuriyet, 2 Mayıs 2024, s.2.)
[26] Selman Çiçek, “Bitmeyen Roboskî”, Yeni Yaşam, 28 Aralık 2022, s.10.
[27] Meltem Akyol, “Roboskî Katliamı’nın 11. Yılı”, Evrensel, 28 Aralık 2022, s.8.
[28] Seydi Fırat, “Roboskî Katliamı ve Ferhat Encu’ya Atılan Tokat”, Yeni Yaşam, 23 Aralık 2022, s.3.
[29] Kayhan Ayhan, “Roboskî Katliamı’nın 12. Yılı”, Birgün, 28 Aralık 2023, s.7.
[30] Sarp Sağkal, “Levent Gök: Uludere Olayı CHP iktidarıyla Çözülecek”, Cumhuriyet, 28 Aralık 2021, s.8.
[31] Levent Gök, Roboski: Uludere’nin Gözyaşları, İmge Kitabevi, 2022.
[32] Fikri Sağlar, “Roboskî/Uludere Katliamı!”, Birgün, 13 Ekim 2022, s.13.