ÇOCUK EĞİTİMİ BİZİM AYNAMIZDIR

Anne ve baba, çocuklarıyla olan ilişkide genel hatlarıyla iki yoldan birini seçerler: İkna veya zor. Zoru ilke edinen büyükler esas olarak dinin, geleneklerin vb gerici alışkanlıkların hâkim olduğu toplumsal dokunun etkisi altındadırlar. Bunlar geçmişi ve mevcut düzeni temsil ederler. İkna yöntemini önceleyen aile yöneticileri ise o güne kadar hâkim olan anlayışın dışına çıkan ve de geleceği temsil eden bireylerdir. Fakat yaşamda, bu iki yolun değişik biçimleriyle karşılaşırız. Kimi anneler veya babalar tatlı sert diyeceğimiz orta bir yol tuttururlar. Yani ikna yönteminin sabır, bilinçlilik gerektiren zorlukları karşısında bocalayarak daha çok şiddeti tercih ederler; sonra yaptığından pişman olup çocuğa aşırı sevgi ve ödüllerle yaklaşırlar. İkna ve zor arasında ki bu gelgitler sadece çocuğu değil kendisinin de psikolojisini tahrip eder. Kimileri de fiziki zoru kullanmayarak, onun yerine bağırma çağırma, baskı, göz korkutma veya aşırı ve gereksiz ilgi türünden düşük yoğunluklu psikolojik zoru ve ikna yolunu seçerler. Sonuçta bu vb. ara yollar çocukta; şımarıklık, anne-babayı kullanma, özellikle anneye yönelik şiddet, doyumsuzluk, sinsilik vb kişiliklerin gelişmesine yol açar.

Çocuğuna şiddet uygulayanlar, mevcut durumu koruma saiki ile hareket eden, sorunları geçici olarak erteleyen, cahil, enerji ve zamanını güzellikler için harcamayan, hep alan ama karşısındakine bir şey vermeyen zorbalardır. Çocuk öğrenme arzusu ile sürekli bir şeyler sorduğunda, istekler de bulunduğunda, hastalandığında veya ilgisiz kalındığında vb. durumlarda baba ve anne; eğer ona karşı anlayışla, sevgiyle ve dinleme-anlatım yoluyla yaklaşmaz, sürekli zoru temel alan yol ve yöntemlere başvururlarsa belli ki çocuğu susturarak mevcut sorunu çözmeyi ummaktadırlar. Evet, anne ve baba geçici olarak rahatlamış, sorunu çözmüşlerdir. Fakat gerçek hiçte öyle değildir. Çocuk bu baskı veya şiddet karşısında sadece korkuyla susmuştur. Sorun çözülmemiştir. Aksine yeni bir sorun daha çıkmıştır: çocuğun iç dünyasında ciddi şekilde çatışmalar ve öfke, kin, şiddet beğenisi, sekterlik, uzlaşmamazlık, inatçılık ve acımasızlık vb. olumsuz duygular birikmiştir. Benmerkezci ve şişkin egosu olanlar ortak bir geçmişe dayanırlar: sevgi, ilgi ve bilgiden yoksun, kötü geçen çocukluk yılları. Tabi ki başka birçok faktörü de hesaba katmak gerekir. Bunun için örnek vermek gerekirse; Çocuğuna zoru, şiddeti uygulayanların büyük bir çoğunluğu, geleneklerden, dinden, devletten ve geçmişte kendi aile ve çevresinden etkilenenlerdir. Çocuklarını, inandıkları cinsel tacizin %90 oranında olduğu dini kurumlara teslim eden anne ve babalar, onların ruhsal yapılarının bozulmasına, kişiliklerinin zedelenmesine neden olurken; devletine biat edenler, onların birer parlak subay, polis vb olması sonucu birgün kendi vatandaşının üzerine zevkle bomba yağdıran veya gençleri, aydınları şevkle işkence edip öldürenler olarak görürlerse şaşmamaları gerekir. Sonuçta da onların gelecekleri karartılarak, aydınlık karşısında karanlık, sosyallik karşısında devlet, kültürel gelişmişlik yerine uyuşturucu ve serserilik bu çocukların sığınağı olur. İnsana dair ne varsa yok eden işte bu sığınaktakilerdir.

Diğer yandan, çocukluğunda, geçmişinde şiddete maruz kalmış olanlar çok önemli ortamlarda (paylaşım, dayanışma, okuma, tartışma, sevgi vb. olduğu çevrelerde) normalleşebildikleri gibi(12 Eylül Hasdal Müdürü Deli faik bu konudaki tipik örnektir), çok iyi veya normal bir çocukluk dönemi geçirmiş birçok kişi de, daha sonra içine girdikleri sorunlardan, kapitalist mekanizmadan etkilenerek ve ya devlette üst düzeyde görevler alarak oldukça acımasız, şiddet yanlısı ve kötü kişilikler edinebilirler. Fakat çocukluk yıllarının insanların kişiliğinde yarattığı olumlu ve olumsuz etki çok olağanüstü gelişmeler olmadan kolay kolay değişmeyecektir. Yani bu durumlar istisnadır. Özetle çocuğunun isteklerine, sorunlarına karşı; dinleyen, yardım eden, onunla konuşan, izah eden, öğreten, paylaşmayı yaşatan, onunla oynayan, okumayı alışkanlık haline getiren, vb. olumlu adımlarla yaklaşanlar, hatta çocuğun saflığı ve farklı bakış açısından kendine dersler çıkartanlar sadece onların geleceğini kazanmaz, aynı zamanda kendisinin de eğitilmesini, gelişmesini sağlar. Bu oldukça zor ve zahmetli uğraş, çocuğunun geleceğini kazanmasında temel itici güçtür. Çünkü bu olumluluk o kişiyi, gelecekte, insan ilişkilerinde geliştirici, karşısındakini dinleyen, mantıklı cevap vermeye özen gösteren, bilgili, bir işi alıp sonuna kadar götüren, paylaşmacı, dayanışma duygusu yüksek ve sosyal insan yapacaktır. Tabi ki insanın yetişme sürecinde aile içi eğitim kadar önemli, mahalle ve okul gibi çevresel faktörler de vardır.

Burada kişiler üzerinden verdiğim örnekleme sınıfsal mücadele için de geçerlidir. Eğer işçi sınıfı, demokrasi mücadelesi içinden geçemez yani kendisi dışındaki sınıfların sorunları ve her türden haksızlık ve terör için öne atılmaz, bu yönde kendini eğitemezse sosyalizmi kuramayacak, kurmuş olsa da elde ettiği toplumsal ilişkiler ağını bozacak ve iktidarını kaybedecektir. Nasıl ki kötü bir geçmişi olanlar gelecekte sağlıklı ve gelişmiş bir ilişki yaratamazsa, aynı şekilde toplumsal olarak işçi sınıfı da iyi bir yetişme ve mücadele pratiğinden geçmedikçe, kendini eğitmedikçe, tıpkı ebeveyn-çocuk ilişkisinde ki gibi diğer ezilen sınıflarla iknaya dayanan bir süreç yaşamadıkça geleceği kazanamayacaktır.

Komünizmi bir hastalık gibi gösterip nöroloji çalışmalarını yapan Türk-İslam, Apartheid, Nazizm ve CIA, daha önce sağlıklı bir çocukluk yaşamamış kişilerin kullanıldığı sınıfsal sığınaklardan sadece bir kaçıdır. Zor yöntemini kullanan dini bütün ebeveynler, çocuklarını, istismar edilmiş olarak görecekleri gibi, diğer taraftan devlete biat edenler çocuklarını bir gün ırkcı, CIA veya MİT ajanı, işkenceci vb türden görürlerse de şaşmamalıdırlar.