Clara Zetkin’in İlk Parlamento Konuşması, Berlin 1920*

Yine oralardaki kayyımlarla uyanıyoruz sabahlara. “Herşey Güzel Olacak”ların iki gün dahi sürmesi mümkün olmayan bu asırda.

Yine buralardaki, “tatile giden Suriyeliler’e terk verilecek” gibi, bize “günaydıııın, neden önceden değil de şimdi; hangi yaptırımları meşrulaştırma adımlarındasınız yine acaba?” dedirten yeni uygulamalarla uyanıyoruz sabahlara.

Bundan yirmi yıl öncesindeki “demokrasi-hukuk mücadelesi” illüzyonlarının maskeli yüzünü dahi tekrar görebilmemiz içinse, bedeli çok ağır olan bir elli yıl daha gerekecek belki de...

Aşağıdaki naçizane çevirim;

Clara Zetkin’in kapitalist sistemin temel yasalarını bangır bangır haykırdığı ilk parlamento konuşması. 13 yıl milletvekili olarak çalıştığı parlamentodaki son konuşması ise faşizme karşı direniş çağrısı; ardından başlayan sürgün ayları ve hemen ardından hayata veda edişi...

Bu konuşmanın, miyadının tamamen doldurmuş olmasını dilerdim. Ancak kapitalizmin şafağında altı sürekli çizilen kapitalist sistemin yasaları, farklı illüzyonlarla hâlâ hayatta ve can çekişmesinin bedelini hâlâ emekçilere ödetmekte: Zetkin’in aşağıda paylaşacağım ilk parlamento konuşması ve son konuşması arasındaki yıllarda edinilen tarihsel deneyimler, sosyalizmin inşaası dönemindeki tarihsel-toplumsal koşullardaki gözardı edilemeyecek kadar büyük farklılıklarla bu asırda da yinelenmekte! Bu deneyimler yinelenmekte ve yüz yıl geçmemişçesine belirli alıntılar yinelenmek! Ve alıntıların neredeyse hepsi; O’nun ve Onlar’ın ilk parlamento konuşmaları zamanlarında değil, son parlamento konuşmalarının fersah fersah ötesinde bir doğa-insan-hayvan katliamı asrında oluşumuzu es geçen bir biçimde yapılmakta. YANİ SÜREKLİ ES GEÇİLEN: KAPİTALİST SİSTEMİN HAYATTA KALMA YASALARI OLMAKTA! Bu yasaların unutulmaması umuduyla...

***

Bayanlar Baylar!

[Bu resmi hitap, o dönemlerde bu şekilde kullanılır. Daha sonra ‘Bayanlar, Baylar’a alternatif olarak, ‘Kadın Arkadaşlar, Erkek Arkadaşlar’ ya da Almanca’daki özgün hitap biçimleri kullanılır –ÇN.-]

Komünistlerin ilk sözü bu binanın dışında, Almanya sınırlarından öteye sarfedildi. Bu söz, dünya savaşının oluk oluk akıttığı kana rağmen, birleşmeyi bilmenin, tek oluşumuzun, devrimci sınıf savaşının kapitalizmi alaşağı edeceği ve sosyalizmi, komünizmi kuracağına olan inancımızın ifadesi olmuştur: Bütün ülkelerin proleteryasının enternasyonal dayanışması. Bu söz, çok büyük zorluklar altında bütün dünyaya karşı savaşan ve inşa edilen Rus Şuraları’na olan takdirimizin, özellikle onlara minnettarlığımızın kardeşlik sözüdür. Sosyalizmi gerçekleştirebilme savaşında atılgan bolşeviklerin tüm dünya işçilerine önderlik ettiği, yol gösterdiği ve örnek olduğu bir anda bu söz; yiğit Rus proleteryasıyla mücadele iradesi ve hedefinin bozulmaz birliğinin yeminidir.

Enternasyonal dayanışma her yerde, politik ve sosyal yaşamın sürekli ve daha daha yaygınlaşarak hakim olabilmesi için, tüm ülkelerin işçi sınıfının en üst yasası olmak zorundadır.

Bugün içinde bulunduğumuz durum, bize bunun zorunluluğunu göstermektedir. Emperyalist itilaf devletleri Spa’da [Belçika’da bir şehir –ÇN.-], suç üstüne suç işleme yoluyla Alman emperyalizmine kefaret ödemektedir. Bu, metodu kapitalizmin metodu olan; ekonomik olarak zayıf işçileri, aynı zamanda da gücü az olan ulusları, sömürü-kâr-iktidar hırsının nesneleri olarak ayaklar altında tepeleme metodudur. Aynı modelde huzurun-barışın Alman emperyalizmi tarafından kan ve nallarla Brest-Litowsk’a ve Bükreş’e yazılmışlığının hesabı, Spa’da mutlaka sorulacaktır.

(Bağımsız Sosyaldemokratlar: “Çok doğru!”. Yanısıra sağcılardan itirazlar.)

Bunların bedelini, bu politik beyanların sahibi olan Alman emperyalizmi ya da şu sınıflar ödemeyeceklerdir. Savaşın zengin kazançlarını cebe indirmek bu sınıflara kâfi gelmektedir. Ancak savaşın bedellerini ödemesi gerekenler sadece geniş emekçi kesimleridir.

(Bağımsız Sosyaldemokratlar: “Gerçek tam da bu!”)

Sadece dilenciler ve umut dolu budalalar, Wilson Programı ve şu Milletler Cemiyeti aracılığıyla -onlar ki tüm dünya emekçilerini dünya uluslararası kapitalistleri için sömürenlerdir-, Almanya’nın birleşmesi için barış şartlarının hafifletileceği yanlış zannında bulunabildiler.

(Sağcılar: “Çok doğru!”)

Ve bu saatte hiç kimse kendini; Almanya’nın bu umutsuz halini, tüm Avrupa’nın yazgısının birbirine bağlı olduğunu gittikçe artan bir farkediş olduğu umut oyunuyla avutamaz. Diğer taraftan ise müttefik emperyalist ülkelerin savaş ganimetleri için verdikleri savaş, aralarında günden güne artan karşıtlık, bunu Almanya’ya dağıtmak isteyen birlik cephesi; ya, evet tabi, tüm dünyanın kaderi Almanya’nın kaderiyle kurtulur! Bütün esnaf loncalarının diplomatlarının ve onların esnaf olmayan işgalci ardıllarının da bütün umutları; bir anlık parıltıları bile söz konusu olmayan sabun köpükleri gibi patlamaktadır. Hiç şüphesiz; Almanya itilaf devletlerinin iradesi doğrultusunda kendisiyle müzakereye değil, bilakis kendisine karşı pazarlıklara girişilmesi gereken Spa’daki her yeşil masa tarafından izole edilecektir.

Bizim için Spa ismiyle bağlantılanan bu karanlık manzaranın, sadece başka bir kelimeyle bertaraf edebileceği görüşündeyiz: Moskova. Almanya’nın Sovyet Sosyalist Rusya’yla güvenlik ve ekonomik işbirliği, Almanya’nın uluslararası izole edilişini ortadan kaldıracak, delecek ve bu bir enternasyonal güçlenme anlamına gelecektir.

(Bağımsız Sosyaldemokratlar: “Çok doğru!”)

Tabi ki böylesi bir ittifakın bir koşulu olacaktır: Almanya’nın bugüne kadar sürdürdüğü dış politikadan kopmak! Bu gerçekleşti. Gerçekleştiği ise, emperyalist itilaf devletlerinin bugüne dek Rus Şuraları’na karşı panzerli yumruğuyla, hoşgörüsüyle ağız payı vermeyi sürdürüşüyle ispatlıdır. Bu politika Wilhelmci rejim altında başlatılmıştır ve o günden bu güne kadar gelen bütün hükümetler tarafından süreklileştirilmiştir. İlk halk temsilciliği tarafından dahi –bunu esefle beyan ediyorum-. Çünkü ilk halk temsilciliği, kontların Brockdorff-Rantzau programını bilmekteydi. O, Rus Elçiliği’nin yurt dışına çıkarılmasını gerçekleştirmiştir. O, Sovyet Rusyası delegelerinin, kendi eşliğinde Almanya’daki ilk şura konferansına katılımlarına mani olmuştur. Rusya’ya karşı panzerli yumruklarla güdülen bu politika, öylesi bir basiretsizlik ve alçaklık zirvesine ulaşmıştır ki; Almanya toprakları üzerinde karşıdevrimci-Çarlık yanlıları toplanabilmiş, itilaf teklifi alabilmiş, Alman savaşçılar Baltık Bölgesi’ndeki savaşta emperyalist itilaf devletlerine yardım edebilmişlerdir.

Daha hala Almanya’da, karşıdevrimcileri koruma altına alan politikamız mevcut. Bakın son günlerde kâğıtlar üzerinde, Doğu Prusya’da Rus Şuraları’na karşı silahlı kuvvetlerin yürüyüşünün yazıldığı haberler gezindi. Ama tabi ki bu haber yalanlandı. Bayanlar Baylar, resmi yalan püskürtücü harekete geçtiyse, esrarlı haberlere gülümseyişimizdendir.

(Bağımsız Sosyaldemokratlar: “Çok iyi, harika!” ve kahkahalar...)

Bu politikaya hayır ve Rusya’yla gerçek bir dostluk politikasına evet!

(Bağımsız Sosyaldemokratlar: “Bravo!”)

Bir itiraz duyuyorum bu talebe karşı ayaklanan: Bolşevizm Almanya’yı istila ediyor. Ah Bayanlar Baylar, 1848’in korkunç günlerinde domuzun gok dediği yerdeki belediye başkanı daima yaşıyor! O sadece Heinrich Heine’nın dahiyane gülüşüne ölmedi. Bolşevizm, komünizm, bunları korkutan ne varsa hepsi, medeni yönetmelikte yeralmaktadır; bunlar Almanya’ya, adeta Rus ithal malıymışçasına ithal edilemez. Alman proleter devrimi, Rus Bolşevikler’in imâl edeceği komplo imbiği, Homunkulus değildir [Goethe’nin Yumruk adlı eserindeki Homunkulus-bn-]. Hayır, Alman proleteryasının devrimi, Almanya’nın kapitalist toplumunun kollarında gerçekleşmiştir ve kapitalizmi yıkan-parçalayan gücünü kendi politik-ekonomik-kültürel gerçekliğiyle başarmaktadır. Azar azar, yavaş yavaş kan-canla vücut bulmuş olağanüstü bir şekilleniş içerisinde varolan, hasbehas Alman tarihinin çocuğu Alman proletaryası; geleceğin komünist toplumu için, kapitalizm mağlup olana ve yol açılana, hedefine ulaşana dek ölçülü-emin adımlarla ilerleyecektir.

Bayanlar Baylar!

Tıpkı beslenme sıkıntısının sürmesi gibi; talep olarak kapitalizmin yıkımının, yerini komünizmin almasının, devrimin başka bir zamanının görüntüsünde olduğumuz kanaatindeyiz. Bu görüntü, zamanımızın işsizliği ve ekonomik krizidir.

Günümüzdeki işsizliğin; kapitalist ekonominin olağan gelişim şartlarına bağlı olarak, diğer zamanlardan farklılaşan yanları var. Bilindiği gibi kapitalist ekonomi, işsizlerin rezervesi olmaksızın işleyemez.

(Bağımsız Sosyaldemokratlar: “Çok doğru!”)

Günümüzdeki ekonomik kirizin de; kapitalizmin esaslı-düzenli ekonomik yasalarıyla adım adım ilerleyişine paralel, diğer zamanlardan farklılaştığı yanları var. Bunlar bize; parçalanmanın, şiddetli sarsıntının, kapitalist ekonominin sonunun beyanatlarını veriyor.

(Bağımsız Sosyaldemokratlar: “Çok doğru!”)

Bunun öncülüğünü yapan nedir? Netice olarak Mark’ın, günden güne açık bir şekilde değer kaybetmesidir. Mark’ın değer kaybetmesi; tam Almanya’da, ihracat için üretim yapılan bir mahalde, adeta bitpazarında elden mal çıkarıyormuşçasına, yok pahasına dışarıya mal gönderilmesine dönüştü. Hani mümkün olsaydı, güneş, ay ve yıldızlar gökten sökülüp dışarıya pazarlanabilseydi, kapitalistler orada bitiverir ve bunu gerçekleştirirlerdi.

(Bağımsız Sosyaldemokratlar: “Çok iyi, harika!”)

Bayanlar Baylar!

Alman işçiler ihracat için yeterli üretimi yapamadıklarından, geniş emekçi kesimlerine muhtaç kalındı, hayat pahalılığı arttıkça arttı. Bunun anlamı; ekonomik iyileştirmenin sadece Mark’ın değerinin yükseltilmesiyle sağlanabilirliğidir. Mark’ın değeri yükseltildi. Peki sonuç! İhracat kesildi, dışarıdan siparişler gelmiyor-geri çekiliyor, işletmeler tam bir iş durdurma, olası bir çöküş içerisindeler. Ve dışarıya mal değil, bilakis üretim araçları sürülmekte. Üretimden gelen kârı yeterli bulmayan bu işletmeciliğe, adam akıllı ekonomik sabotaja sonuna kadar karşıyız.

İtiraf edildiği gibi işletmeler kapanıyor. Bu böyle, çünkü kapitalistler için: Baca sadece kârdan tüter.

(Sağcılar bağırırlar: “Hanımefendi, bir işyeriniz olsa, tabi ki para kazanmak zorundasınız!”. –Bağımsız Sosyaldemokratlar gülüşürler-)

Bu konu hakkında sizlerle bir tartışma yürütmek istemiyorum. Tesadüf etmişken size seve seve, ulusal ekonominin ana kavramlarından özelleştirme üzerine bir konuşma yapacağım.

(Sol kanat kahkahalar atar.)

Onbinlerce işçi perişan halde, yüzbinlercesi ama yüzbinlercesinin iş saatleri kısılmakta. Asıl görev bu işsizler için bir şeyler yapmaktır. Ve bu; fakirlerle dayanışma biçiminde-bu kriterle değil, aksine uygarca gelişim koşullarına uyumlu, kadın-erkek farkı gözetilmediği biçimlerde gerçekleştirilmelidir.

(Bağımsız Sosyaldemokratlar: “Çok doğru!”)

Çıkış yolu, savaş zamanının kazançlarını gaspeden ve bu sahte yüksek konjonktürü yerleştiren işletmecilere dur demektir.

İşsizlerin üretim sürecindeki yerlerinin yeniden yapılandırılması, onların bakımından daha önemlidir. [Almanya’da işsizler yardım alabiliyorlar, buna ithafen-ÇN-]

(Sağcılar: “Çok doğru!”)

İşsizler bitirilip tüketilmekten çıkarılarak, toplumsal zenginliğin çokluğu içerisinde yapılandırılmak zorundadır.

(Herkes topluca: “Katılıyoruz”)

Bu yüzdendir ki: “Kapitalist işletmecilikle gerçekleştirilen ekonominin sabotajına son!” diyoruz.

Bunun için ilk adım, tüm ekonominin devrimci işçi ve memurların temsilciliklerinin kontrolü altına alınmasıdır. Bu kontrol, ekonominin toplumsallaştırılmasının ilk adımıdır. Bunu takip edecek olan adım; yönetimin, sevk ve idarenin, mülkiyetin proletarya aracılığıyla, onun devrimci çözümlerinin temsilciliğine bırakılmasıdır.

Ekonomideki devrim, proletarya vasıtasıyla bu kanlı sefalete çare-çözüm bulunmasının büyük görevidir. İlk adım, ekonominin tekrar-hakkaniyetle işçi temsilcilikleri kontrolü altında doğrultulmasıdır. Komünistler olarak, elimizdeki somut öneriler oylamaya sunulduğunda, bunun nasıl gerçekleşmekte olduğunu tek tek örnekleriyle beyan edeceğiz.

Peki hükümet programına göre ekonominin yeniden inşası nasıl gerçekleştirilecektir? Sosyal-politik, Sosyalizasyon Komisyonu çalışmaları, işçi temsilcilikleri, bölge işçi temsilcilikleri ve hepsinden önemlisi devlet ekonomi temsilciliği aracılığıyla. Sosyal-politik, akort işçiliğinin-taşeron işçiliğini dikte ettiğinin sinyallerini vermekte. 8 saatlik işgününü bertaraf etmeye çalıştığının sinyalini vermekte. Görevi ekonomik ve teknik kaygılarla sosyalizasyona karşı baskı yapmakmış gibi görünen Sosyalizasyon Komisyonu, en önemli fikir ve taleplerini arşivler içerisinde sararıp solmaya bırakmıştır. Yasal olarak birbirine bağlı olan işçi temsilciliklerinin işlevi, kapitalist karın emri ve çoğaltılması rolünde tasarlanmış olsa gerek. Ve ortak çalışmada herkese eşit haklar prensibiyle oluşturulmuş bir en üst devlet ekonomi temsilciliği; proletaryanın devrimci gücünün bağını zayıflatmaktan başka hiçbir şey ifade etmemektir.

(Bağımsız Sosyaldemokratlar: “Çok doğru!”)

Endüstrinin büyük yetkililerinin ve ‘ulu-yüce’ satıcıların bulunduğu bir devlet ekonomi temsilciliği; ekonominin deneyimli erbabı işleviyle değil, aksine ekonomik iktidarın sahibi, kâr edeni, ve egemen sınıfların sömürüsü ve iktidarı hedefiyle korunmaktadır. Bütün bunların Baylar ve Bayanlar, Devlet Çalışma Bakanı ve onun balçığı tarafından mesut bir şekilde, esnetilmiş-azaltılmış düzenlemelerle, işçilerin koalisyon haklarını kendi hükmü altına alarak taçlandırılmaktadır. Açıkçası bu, onları koruma altına alacak olan, onlara layık olan bir çelik miğferin vatan ve ekonomi politikasıdır. Bu politika, bir azınlık tarafından hükmü sürdürülen, kapitalizmi doğrultup-sağlımlaştırma politikasıdır. Bu politika, komünist ekonomi ve toplumun gelişimi için gerçekleştirilmekte olan proleter devrimin engellenmesinin politikasıdır.

İşçi sınıfı bu politikaya kendi devrimci politikasıyla muhalefet etmelidir. İşçi sınıfı sömürücü kapitalizme karşı; şehir şehir ve sanayi kollarında bağlanarak, temsilcilikleri aracılığıyla tüm ekonomik cephelerde sendikaların elele mücadelesiyle ve adım adım bu sömürüyü püskürtecek bir ekonomi politikası yürütmelidir. Bu çalışma, politik işçi temsilciliklerinin çalışmalarının tamamlayıcısıdır. Sosyalizmin, komünizmin realizesi için sürdürülecek ekonomik mücadele, politik sınıf mücadelesine dönüşümün bir parçasıdır. Devrimci politik işçi temsilcilikleri, ekonomik işçi temsilciliklerinin aktivitelerini güvenlik ve koruma altına almalıdır. Ekonomik ve politik işçi temsilciliklerinin birlikte gelişiminin hedefi: Proletaryanın, kendi temsilcilikleri denetimiyle doğrultacağı diktatörlüğü aracılığıyla siyasi iktidarı ele geçirmesidir. Kitlelere çağrımız, bu hedefe çağrıdır. Almanya Başkanı aracılığıyla dile getirilen, afaroza karşı korkusuzca dile getirilen, sınıf tanımı! Bir sınıf tanımlamasına karşı gelindiğini duyduğum zaman, rüya gördüğümü sandım! Sınıflı bir toplumda yaşıyoruz ve mücadele bu sınıfın devrilmesi için verilmektedir. Bunlar, sınıfsız bir topluma ulaşmanın ilk adımlarıdır. Şu anda, devrimden sonra kendisini maskelemiş burjuva sınıfının egemenliği söz konusu. Ancak özgürlüğe susamış işçi kitleleriyle, mayın ve ateş makinelerinin ağzından konuşulmaktadır. İktidar sadece diğer iktidarın devrilmesiyle alınır. Egemen burjuva sınıfına karşı proletaryanın sınıf egemenliğiyle. Diktatörlüğe karşı, militarizmin yükselen kanlı ve şiddet dolu diktatörlüğüne karşı, proletaryanın kendi temsilcilikleri-disiplini-yönetmeliği aracılığıyla!

Seçim mücadelesi, Bayanlar ve Baylar, iktidar ve egemenlik etrafında dönen sınıfın savaşını keskinleştirdi-yükseltti. Bu dönemde koalisyon hükümetinin ve partilerinin politikası yargılandı ve düzeltildi. Kâr sızdıran bu politika; demokrasi maskesi altındaki burjuvazinin, geniş kitleler üzerindeki tahakkümünü, sömürüsünü ebedileştirme, kapitalizmi sağlamlaştırmasının politikasıdır. Sol cephede; işçiler küme küme çekilerek, temsilciliklerinin yönetimiyle şekilsel halk demokrasisini bertaf edilmesinde muvaffak olundu. Sağ cephede; küçük esnaflar, küçük çiftçiler Bolşevizm umacısıyla korkutularak, en büyük düşmanları büyük burjuvazinin kollarına teslim edilmeye çalışılındı. Oy pusulaları, doberman köpeği sahiplerinin tüfeklerinin nasıl boş bir çaba içerisinde olduklarını gösterdi. Peki şimdi olan ne: Militarizmin demokrasisinden feragat edip, demokratik birlik ve militarizm. Bu yığınlar onları açıkça mağlup ettiler ve gerçeklik içerisinde zaferlerini kutladılar. Şimdi böyle bir yan yönetim birimimiz var. Bu birim kendini bir noktayla savaş ve devrim zamanından ayırmaktadır. Artık bu sadece boş bir etiket olarak değil, içeriğinin ağırlığıyla mevcuttur. Ağır sanayiciler, kapitalist finansörler ve derebeyler tarafından dikte edilen tekstler, Alman demokratlığı ve küçük burjuva demokratik-merkeziyetçiliğinin vızıltılarını çalabilirler. Bu yönetim, sosyalist çoğunluğun partisine, “çok arzu edilen nötralizeyi” [sınıfların kaynaştırılabileceği söylemlerine ithafen-ÇN-] gösterip-garantilemiştir!

(Bağımsız Sosyaldemokratlar: “Çok doğru!”)

Bu sosyalist çoğunluğun konuşmacılarının duyduğumuz tüm konuşmaları, Heine’nen mısralarına karşı olan yönetimi oylamıştır:

Güzel çocuğum, beni mahçup etme,

Beni ıhlamurlar altında selamlama,

Her şey yoluna girecek,

Evimizde olunca!

(Bağımsız Sosyaldemokratlar: “Harika!” Kahkahalar...)

Bu mütalaa sağcı partilere karşı çatırdayan küçük silah ateşleriydi, ancak Bağımsız Sosyaldemokratlar’a karşı büyük savaş araçlarının var gücüyle. Lâkin Bayanlar ve Baylar, bütün bu velvelelerin dışında bir şey duydum. Tabi ki Münchhaus’un efendisi, seçim mücadelesi- posta arabacısı düdüğünden meşhur dondurulmuş ve tekrar eritilmiş tonları.

Sayın Almanya Başkanı, son olarak...

(Sağcılar: “Hangisi ola ki?”)

Sonuncusu...

(Kahkahalar...)

Numaralandırılması gereken çok şey var yani, ama Başkan burada biz komünistleri Sosyaldemokratlar’la tartışmamız için kışkırtmak istiyor. Okulun ve tedris kürsüsünün mücadelesinden korkanlardan değilim. Ancak, ne zaman-nerede ve hangi koşullar altında Bağımsız Sosyaldemokratlar Fraksiyonu’yla tartışmalar yürüteceğimize kendimiz karar veririz. Bu yüzden Sosyaldemokratlar’ın çoğunluğunun tahriklerine kapılmayacağız.

(Sağcılar: “Eğer evinizdeyseniz!” [Heine’nın şiirine ithafen-ÇN-]. Kahkahalar...)

Seçimler, yaklaşık üç hafta süren, polikacıların ve parlamenter kahve falcılarının elleri yüreklerinde olduğu bir yönetim kriziyle sonuçlandı. Bütün büyük partiler ellerini yönetme iktidarının heyecanıyla ovuşturdular; ama tek bir tanesinin bile yönetim politikasının sorumluluğunu tek başına alma cesareti yoktu. Hepsi sağ ya da sol partiler aracılığıyla kamufle olmak istediler. Sayın milletvekili, sistem olarak parlamentarizmin Almanya için uygun olmadığını belirtti. Ancak o bunu belirtirken, yönetim krizinin dünyadaki tüm ülkelerde ve tabi ki bir parçasının da kendi tarafında olduğunu unuttu. Bu kriz bize, sayın milletvekilinin kendisinde görünen bir krizmiş gibi geliyor. Adeta bize parlamentarizmin sükunetini duyuruyorlar. Bize, parlamentonun tarihsel miyadını doldurup sona yaklaştığını bildiriyorlar. Feodal toplumun zorlayıcılığı ve burjuvazi arasında sınıf mücadelesinden doğan, burjuvazinin eşit haklar için mücadele organı olan, burjuvazinin proletarya üzerinde egemenlik aracı olan, bu uyumlu tarihsel amacında gelişimiyle bağlantılanan parlamento. Kitlelerin proletaryanın sınıf mücadelesiyle yeni bir dünya yaratması, kitlelerin ayakları altında sarsılan yer onun da başını döndürmekte. Mülk sahiplerinin geniş sömürülen kitleler üzerinde egemenliği için kurulan bu organ, bu araç; proletaryanın özgürlük mücadelesi için belirli koşullar altında kullanılırken, politik arenada bu özgürlük halkasında tek araç değildir. Proletaryanın sınıf egemenliğinin organı olamaz. Parlamentarizmin yanısıra, heryerde kendi mücadelesi içerisinde gelişen ve iktidarını geliştiren işçi yönetimi devreye girmektedir. Yönetim krizi; kendi tasfiye oluşlarının ve parlamenarizmle gaddar bir şekilde alay edişlerinin kendi sonlarını getirişidir. Ve eğer yönetim krizinden ileri gelen programları proletaryayı pes ettirmek için uygulanmak istenirse, parlamento dışı savaş yöntemlerinden vazgeçilmeyecektir. Ancak şimdi proletarya, düşmanını kendinden uzak tutmak ve devrimini zafere taşımak için, parlamento dışı mücadele yöntemlerini sıkı tutmak zorundadır.

(Sağcılardan destek haykırışları)

Bütün dünyayı titreten, şiddetli bir sosyal krizin semptomu olan yönetim krizinin foyası böyle açığa çıkmaktadır ve sadece devrim yoluyla tasfiyesi mümkündür. Devrim yoluyla, proletaryanın bu yolda düşmanı olan parlamentarizm zeminini, sivil meşrutiyeti-kanuniyeti terketmesi için bastırarak ilerleyişiyle, ve işletmelerde ve sokaklarda granitten iradesini-iktidarını oturtabilmesiyle mümkündür.

Karşıtların bu mücadelede soldan-sağa sağdan-sola kaymaları, karşıtlıkları daha fazla şiddetlendirmeyecektir. İnsanlar komünizmin bariyerleri lehine sola toplanılmadı, aksine Bağımsız Sosyaldemokratlar’ın lehine. Sağa ise, Alman ulusu lehine toplanılmadı, aksine yumuşatılmış tondaki Alman Halk Partisi lehine. Ancak şiddetle hızlanan ekonomik çöküş, sınıf karşıtlıklarının tırmanışı, gözlerini açan muhalifleri birbirleriyle buluşturacaktır. Karşıdevrimciler savaş için donandılar, savaşı istiyorlar.

(Sağcılar: Hayır, savaşı istiyorlar!)

Proletarya tüm bunlar karşısında ne kışkırtılara kapılmalı, ne de dehşete düşmelidir. Proletaryanın devriminin gemisi; işbirliğinin, sınıf harmonisinin, parlementarizmin, burjuva demokrasisinin sahillerinde kayaya oturamaz. Onun gemisi; darbeciliğin, romantik devrimciliğin kayalarında paramparça edilmeye de terkedilemez. Bu gemi dosdoğru ilerliyor. Yaklaşan fırtınaların uğultusunu duyuyoruz. Bu fırtına; proletaryayı, donanmış, yolu net, kararlı, fedakâr proletaryayı bulmak zorunda. Hazır olmak her şeydir!

(Bağımsız Sosyaldemokratlar: Bravo! )

***

* Kaynak: “Veto! Kadınlardan Konuşmalar”, Philipp Reclam GmbH, Stuttgart 2011.

Clara Zetkin bu konuşmasını 2 Temmuz 1920’de Berlin’de, KPD’nin Meclis’te ilk kez söz alan ilk üyesi olarak gerçekleştirir. 6 Haziran 1920’de gerçekleşen seçimlerde KPD’nin 4 üyesi Meclis’e girebilmiştir. Meclis, Almanya’nın da 1919’da imzaladığı Versailler Anlaşması kapsamında, Belçika’nın Spa şehrinde gerçekleştirilecek Uluslararası Konferans’ın arefesinde toplanır.

1920-1933 arası milletvekili olarak görevini sürdüren Zetkin, 1932’de Meclis Eski Başkanı olarak açılış konuşması yaptığında; NSDAP parlamentoda güçlü bir çoğunluğu sağlamıştır. Zetkin bu açılış konuşmasını, faşistlere karşı bir direniş çağrısı olarak gerçekleştirir. Hemen ardından Sovyetler Birliği’nde sürgünde yaşamak zorunda kalır. Çok kısa bir süre sonra, 20 Haziran 1933’te hayata veda eder.

O dönemde tüm parlamento oturumu konuşmaları steno biçiminde belgelenmektedir. Bunlar sonrasında çözümlenir. Bu çözümlemelerde, tezahüratlardan-hakaretlere hiçbir bölüm es geçilmemiştir.

Not: Avrupa Postası yazarı Ganime Gülmez'in Almanca'dan çeviri dizilerinden 5'ncisine yer verdik.