Açık faşist diktatörlük yolundaki AKP-Saray-Rejiminin düşman ceza hukuku nihayetinde »devlet kuran partiyi« de vurdu. Şaşırtıcı değil. Zaten çoklu kriz ortamının girdabında debelenen ve »en güçlü dönemindeymiş« görüngüsü veren rejim, kurmak zorunda kaldığı koalisyonlarla son derece kırılgan bir zemin üzerinde hareket ediyor. Ayakta kalabilmek için baskıları artırmaktan başka çözümü olmayan rejim, böylelikle kendi sonunu hızlandıracak koşulları yaratıyor.
Enis Berberoğlu’na verilen hapis cezası üzerine – nedense – İstanbul’a yürüyen CHP’ye söylenecek çok şey var, ki yeterince yazıldı çizildi. Ama CHP başka bir şey anımsatıyor ve onu, yani sağından soluna ulusalcı, kafatasçı ve islamist cenah ile devlet aparatındaki Kürt düşmanlığının asıl nedenlerini öne çıkarmak yerinde olacaktır.
Öncelikle yaygın Kürt düşmanlığının egemen iktidar ve mülkiyet ilişkileri üzerine kurulu olduğunu vurgulamak gerekiyor. Sorun özü itibariyle sınıfsaldır, devletin veya yönetenlerin »iyi« veya »kötü« olmasından bağımsız, maddî koşullara dayanmaktadır. Şöyle ki; Kürdistan’ın ucuz işgücü deposu olmasının yanı sıra, zengin doğal kaynaklara sahip olduğu biliniyor. Hem su kaynakları nedeniyle, hem de Ortadoğu’ya açılan kapı olarak Kürdistan’ın egemenler için son derece yaşamsal bölgesel ve askerî stratejik önemi bulunmaktadır. Türk devleti ve burjuvazisi açısından Kürdistan üzerindeki »kontrolü« kaybetmek, üretici güçler ve sermaye birikim araçları üzerindeki kontrolü kaybetmekle eşanlamlıdır.
Ancak sorun sadece burjuvazi ve devlet değil, küçük burjuva orta katmanlar açısından da önemlidir. Çünkü askerî ve sivil bürokrasisi ve orta katmanlarıyla Türkiye toplumunun büyük bir kesiminin yeniden üretim süreçleri, kısacası tüm yaşam ve çalışma koşulları ekonomik büyümeye ve ülkenin ekonomik gücüne bağlıdır. Türkiye ekonomisinin gelişimi de Kürdistan’ın mutlak kontrolüne bağlı olduğundan, bu kesimler »bölünme«, yani zayıflama olarak algıladıkları özerkliğe şiddetle karşı çıkmaktadırlar.
Aynı algının işçi sınıfının geniş kesimleri arasında da yaygın olmasının nedeni, emekçi sınıflar arasındaki rekabetin kendisini etnik hiyerarşiler biçiminde ifade etmesidir. »Kendisi için sınıf« olamamış Türkiye işçi sınıfının en alt kesimlerini Kürtler oluşturmakta, enformel sektördeki asıl proleterleşme »Kürt proleterleşmesi« olarak gerçekleşmektedir. Nasıl Avrupa’daki emekçi sınıflar göçmen ve mültecileri rakip görüp, ırkçılığa meyil gösteriyorlarsa, Kürtler de benzer bir şekilde Türk sınıfdaşlarınca rakip görülmekte, dışlanmakta ve ırkçılığa maruz bırakılmaktadırlar.
Böyle olunca, farklı sınıf ve katmanları temsil eden siyasî formasyonların programatik ve ideolojik söylemleri bu yaklaşımlarca belirlenmekte, Kürt düşmanlığı farklı biçimlerde ifade edilmektedir. İşte bu nedenlerden dolayı, »solda« durduğunu söyleyen kimi kesimin Kürt sorununda devlet ideolojisini yeniden üretiyor olmaları ve CHP’ye bel bağlamaları şaşırtıcı değildir. Kürt sorunu, sınıf ilişkileri temelinde ele alınması gerektiğinden, günümüzde komünist, sosyalist ve devrimci olmanın turnusol kâğıdı hâline gelmiştir. CHP bunu bize tekrar anımsattığı için teşekkürü hak ediyor doğrusu...
17 Haziran 2017