‘ÇELE’Lİ TARİH(İMİZ)DEN ŞEREF HOCA DERSLERİ[*]

Yaptığınız şeysiniz, yapacağınızı

söylediğiniz şey değil.”[1]

Yapıtın “Bolu’nun ilk karı Çele Tepesi’ne düşer. Çele Tepesi’nde kar erimeden, bostan ekilmez. Aksi hâlde topraktan erken baş kaldıran filizleri don vurur,” (s.3) metaforuyla betimlenen adı başkaldıran tarih(imiz)i anlatıyor Şeref Özkurede’nin satırlarında.[2]

Bolu’daki devrimci mücadeleyi aktaran/ anlatan hikâye “Çukur Mahalle”deki “Daha önce İstanbul Bankası, sonra da merkez karakolundaki 12 Eylül misafirliği” ve daha sonra yolları mahpusta buluşna Pol-Der’li polisin yazarın hayatını kurtarmasıyla (s.9) başlıyor.

Ardından ‘Bolu Yüksek Tahsil Derneği’ (BYDT) günleri ve “Çele Dergisi yayınlanıyor”, Bolu’daki öğrenci yurtlarına saldırıda Galip Üstün’ü faşistler katlediyor. (s.19)

“Olaylar bütün okullara yayılıyor.” (s.26) Bolu Halkevi mücadelesi ve düşenler…

Karadeniz Teknik Üniversitesi günleri ve Erzurum’u, “Ölüm teğet geçti” (s.39) satırlarıyla anlatan Şeref Hoca, annesinin gördüğü “Kanlı gömleği”nden (s.42) söz ediyor.

Akın Can’ı, “Faşistlerin özel idare altındaki derneğe saldırısı sırasında bıçaklandı, Bolu’daki ilk gazimiz oldu,” (s.53) sözleriyle anıyor.

Sonra öğretmen olur: Amerikan Pasajı’ndan alınan kot, hemen yan taraftaki ‘Ankara Sanat Tiyatrosu’nda (AST), Gorki’nin ‘Ana’ oyunu, 1 Mayıs marşı… (s.57)

Anti-faşist mücadelenin yükselişi; gruplar arası “rekabet” (“çekişme” mi desek!) (s.65) ve “Çok hareketli günler yaşanıyor, ortam giderek sertleşiyordu,” (s.77) diye tariflenen iklim:

“Mayıs’ın hüzünlü bir günü, Aykut Kanar’ın cenazesi geldi Aybastı’dan. Tabutu içeri aldık. Annesi oğlunun yüzünü görmek istedi. Kapağı kaldırdık, sırtından yanlara kan sızmıştı. Aykut sırtından kahpece vurulmuş, canına kıymışlar ama aradan iki gün geçmesine rağmen kanını tüketememişlerdi.” (s.101)

Anti-faşist mücadele meselesinde şu önemli tespitin altını çiziyor:

“On iki Eylül’e giderken en büyük sorun şuydu: Sol örgütlenmelerin büyük çoğunluğu, oligarşinin terörü ile faşistlerin terörünün iç içe olduğunu gözden kaçırıp veya göz ardı edip, bütün güçlerini anti-faşist mücadeleye ayırırken, yani faşistlerle oyalanırken, oligarşi her türlü hazırlığını tamamlamıştı. (…) Oligarşi öte yandan lider olanları, liderlik potansiyeli olanları katlediyordu.” (s.105)

Ve 12 Eylül kapıyı çalınca; “Bolu’da süreç 42 gün sürdü; karakol, tugay, git, gel… Sonunda donanmaya yolculuk.” (s.111)

Ardından zindanlarda kurulan barikatlarla yaratılan direniş destanları(s.113-114-124) ile mahkemelerde “İçki içtim, kumar oynadığım için beni örgütten attılar,” (s.115) diye yapılan “savunma” rezaletleri!

Sonra: “Seksen altı yılı Mart ayında ceza indirimli aftan yararlanarak tahliye olduk,” der Şeref Hoca; ancak bir şey daha vardır ne yazık ki, “Saldık kendimizi caddelere. Selam veren yok, kaldırım değiştirenler çok,” (s.127) diye tarif ettiği.

Bu kadar bela içinde bir de onurunu korumak için, “Eşim öğretmen fakat yedi yıldır açıkta. Bana, oğluma, eşime yedi yıldır anamız-babamız bakıyor.” (s.137) “2000’li yıllar, zor yıllar,” (s.157) notu düşülmüş hayatla cebelleşme…

Şeref Hoca, geçmişten bugüne uzanarak, bugünde biçimlendirilen geleceğe dair nasıl dik durulup, diklenildiği öğretiyor hepimize.

* * * * *

“Daima, hayali bir canavarlar şehri yaratan ve sonra da onu yakıp yıkmak için mücadele eden bir ideolojik saldırı vardır,”[3] notu düşülmesi gereken kapitalist zorbalık karşısında Şeref Hoca’nın yapıtı önemli ve değerlidir; “Herkes mücadele ettiği şeyin büyüklüğü kadar büyüktü!”[4] vurgusundaki üzere Søren Kierkegaard’ın…

En önemlisi de; “Bu yüzyıl her şeyi altüst etmeye adanmış. Kaosa doğru gidiyoruz!,”[5] betimlemesiyle müsemma güzergâhta yazar biz(ler)e ders veriyor! “Nasıl” mı?

Ders 1: İnsan(lık), mücadelesini vermediği her şeyde yüzde yüz başarısız olur; onları güçlendiren şey, zor günlerdir ve “Dünya herkesi kırar ve bazıları kırılan yerlerinden güçlenir,” der Ernest Hemingway.

Ders 2: Bin kilometrelik bir yolculuk tek bir adımla başlar. Başlamanın yolu, konuşmayı bırakıp yapmaya başlamaktır. İçinde bulunduğunuz mücadele, gelecekteki gücümüzü geliştirir; “Hayatta öyle seçimler yap ki kazandığın şeyler, kaybettiklerine değsin...” “Lider; kendini halkı için feda edendir, halkı kendi için feda ettiren değildir!,” ifadelerindeki üzere Che Guevara’nın.

Ders 3: Vazgeçilmeyen her mücadele yeniyi müjdeler ya da yaratırken; mücadele tahammül ile mümkündür. Çünkü çözüm boyun eğmek değil, mücadele etmektir.

İnsan(lık)ı mücadele aşkı var eder; mücadele çiçekli yollardan ilerlemez ve gerektiğinde kendisi ile de mücadele eden, en değerli insandır.

Hayatta hiçbir şey mücadelesiz kazanılamaz. Çünkü yaşamak mücadelenin ta kendisidir; en büyük dram, yok olmak değil, mücadeleden vazgeçmektir.

Abraham Lincoln’ün, “Hiçbir şeyden vazgeçme, çünkü sadece kaybedenler vazgeçer,” vurgusu eşliğinde hatırlanmalı: İmkânsızlık sadece vazgeçenlerin sözlüğünde bulunan bir kelimedir. Çünkü bir şeye başlayıp başarısız olmaktan daha kötü tek şey hiçbir şeye başlamamaktır.

Ders 4: Hayatınızı neye harcayacağınızı bilmek önemli ve belirleyicidir.

Bunun için “Otoritenin değil, vicdanın sesi ile hayatı derinden yaşayanlar, sorumluluk hissi ile hiç kendi çıkar ve menfaatlerini düşünmeden, sonuç beklemeden, kimseden bir teşekkür beklemeksizin sadece olması gerekeni yılmadan, bıkmadan umut ile özveri ile yapar,” notunu düşer George Orwell.

Ayrıca da ekler Gordon B. Hinckley, “Sadece düşünerek bir tarlayı biçemezsiniz. Başlamak istiyorsanız, başlamanız lazım”…

Sokrates, “Senin almaya cesaret edemediğin riskleri alanlar, senin yaşamak istediğin hayatı yaşarlar”…

Paulo Coelho, “Bir gün kalkacaksınız ve hep hayal ettiğiniz şeyleri yapmaya vakit kalmamış olacak. Şimdi harekete geçmenin tam zamanı”…

Lucille Ball, “Yapmadığım şeyler yüzünden pişmanlık duymaktansa, yaptığım şeyler yüzünden pişmanlık duymayı tercih ederim,” diye…

Ders 5: Sadece sınırlarını aşmanın riskini alanlar ne kadar ileri gidebildiklerini görürler; “Siz kendinize inanın, başkaları da size inanacaktır,” ifadesindeki üzere Johann Wolfgang Von Goethe’nin

Dünyayı değiştirebilen insanlar buna inanacak kadar cüretkâr olanlardır. Çünkü, sadece görülmeyeni gören, “imkânsız” denileni başarabilir: Çoğu insan yapabileceklerini düşündükleri şeyler konusunda kendilerini sınırlarlar. Neye inanırsanız, onu yapabilirsiniz. Kendinizi sınırlamayın.

Bu kolay değil, hatta zordur. Ancak eğer zorlanmıyorsanız, değiş(tir)emezsiniz. Oturduğumuz sürece korkular yaratırız. Harekete geçtiğimizde ise korkularımızın üstesinden geliriz

Tam da bunun için, “Yüzünüzü güneşe çevirin, böylece gölgeler her zaman arkanızda kalacaktır,” der Walt Whitman.

Ders 6: Hayattan ne istediğimizin bilinci/ ilkeleriyle, yapmalı/ yaratmalı/ mücadele etmeliyiz.

Doğru ırmak, eğri yataklar içinden akarken; yüzleşmediğimiz korkularımız sınırlarımızı oluşturursa da, mücadele etmekten asla vazgeçme, çünkü biz eylemle, mücadeleyle var oluruz! Mücadele edenler kaybetmez!

Ders 7: “Başlarken başka insandım, bitince başka insan,” gerçeğindeki üzere hayat, insan kalabilme mücadelesidir; Jorge Angel Livraga’nın, “Mücadelenin olmadığı yerde liyakat de olmaz. Hayatın denemelerinin fırtınalı sularından geçmezsek, zaferin güçlü tadını almazsak, hiçbir şey vermeden her şeye sahip olmak isteyenlerin kendini beğenmiş bilinçsizliğinden sıyrılamayız”; Pierre de Coubertin’in, “Hayattaki en önemli şey zafer değil, mücadeledir,” saptamalarındaki üzere.

* * * * *

Toparlarsak: Oktay Etiman’ın, “Devrimci, başkalarına ‘görev’ buyurmayan, düşündüğü gibi konuşan, konuştuğu gibi davranan ve yaşarken popülarite merakı olmayan, bireysel varlığını toplumsal direnişin organik bir parçası olarak algılayan insandır,” tanımıyla örtüşen Şeref Hoca; “Ya soy, ya soyul; ya başkaları için çalış, ya da başkalarını kendin için çalıştır; ya köle sahibi ol, ya da köle. Böyle bir toplumda yetiştirilmiş olan insanlar doğallıkla, denebilir ki annelerinin sütüyle birlikte, şu anlayışın ruh hâlini, alışkanlığını özümsüyor: Ya bir köle sahibisiniz, ya da köle, değilse, küçük mülk sahibi, küçük memur, küçük subay, ya da aydın: Sözün kısası; yalnızca kendisi için kaygılanan ve başka hiç kimseyi umursamayan bir insan,”[6] diye tanımlanan vahşetin orta yerinde; “Ya burjuva ideolojisi, ya da sosyalist ideoloji. İkisi arasında bir orta yol yoktur (çünkü insanlık ‘üçüncü’ bir ideoloji yaratmamıştır ve ayrıca da sınıf karşıtlıklarıyla parçalanmış bir toplumda sınıf-dışı ya da sınıf-üstü bir ideoloji söz konusu olamaz). Öyleyse, herhangi bir biçimde sosyalist ideolojiyi küçümsemek, ona birazcık olsun yan çizmek, burjuva ideolojisini güçlendirmek anlamına gelir,”[7] hakikâtinin altını çiziyor.

28 Mart 2024 14:11:02, İstanbul.

N O T L A R

[*] Kaldıraç Dergi, No:274, Mayıs 2024…

[1] Carl Jung.

[2] Şeref Özkurede (Diğer Adıyla Şeref Hoca), Çele’den, Metin Matbaa, 2021, 174 sahife.

[3] Noam Chomsky, Medya Denetimi, çev: Şen Süer, Tüm Zamanlar Yay., 1995.

[4] Søren Kierkegaard, Korku ve Titreme, çev: İbrahim Kapaklıkaya, Araf Yay., 2015.

[5] Stendhal, Kırmızı ve Siyah, çev: Bağış Ardıç, Athena Yay., 2010, s.540.

[6] V. İ. Lenin, “Gençlik Birliklerinin Görevleri, Genç Komünistler Birliği 3. Tüm-Rusya Kongresindeki Konuşma, 2 Ekim 1920”, Tüm Yapıtları, Cilt:31, s.287.

[7] V. İ. Lenin, Ne Yapmalı? Hareketimizin Canalıcı Sorunları, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968.