Almanya'da günlük çıkan sol çizgideki Junge Welt gazetesinden ( Genç Dünya) Nick Brauns'ın sorularını cevaplayan sürgündeki Gazeteci Can Dündar, Türkiye siyasetini ve yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini değerlendirdi.
Bizler de Avrupa Postası olarak bu röportajın tamamını yorumsuz olarak sizlerle paylaşıyoruz.
Aralık ayının sonunda, Türk hükümeti adınızı İçişleri Bakanlığının en çok aranan teröristlerden oluşan 'Gri listeye' koydu. Bu, yakalanmanızı sağlayacak bilgiyi veren için 500.000 Türk Lirası (Yaklaşık 25.000 Euro) ödül anlamına geliyor. Bu listenin arka planı nedir ve Türkiye'de önümüzdeki aylarda yapılacak parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleriyle herhangi bir bağlantısını görüyor musunuz?
Bunu bu aşamada neden yapıyorlar anlamıyorum ama ben Erdoğan'ın kararlarına gerekçe aramaktan uzun zaman önce vazgeçtim. Kampanya sırasında yeni düşmanlar yaratmanın politikalarının bir parçası olduğunu düşünüyorum. Erdoğan'a göre her muhalif ya bir 'Terörist' ya da 'Potansiyel terörist'. Bu politikası nedeniyle Türkiye, dünyanın en büyük terörist nüfusuna sahip ülkesi konumuna geldi, ancak sınıflandırmaları bizi etkilemiyor. Bu baskıcı rejime son verme mücadelesine sarsılmaz bir kararlılıkla devam edeceğiz.
2016'dan beri Almanya'da sürgünde yaşayan bir gazeteciyi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümeti için en büyük terörist ilan edecek kadar tehlikeli yapan nedir?
Bunun birden çok nedeni var. Birincisi ve en önemlisi Erdoğan'ın intikam almak istemesi. Kendisine zarar vereni asla unutmayan ve her zaman cezalandırmak isteyen bir kişiliğe sahip. İkinci sebep ise, Erdoğan Türkiye'de medyanın büyük bir bölümünü kontrol ederken, yurt dışından yayın yapan bizleri susturamadı, bu sayede milyonlarca kişiye ulaştık. Bir örnek vereyim; Erdoğan'ın iktidara gelişini anlatan yeni çizgi romanımız önce Almanya'da, ardından Fransa ve İtalya'da yayınlandı ama Türkiye'de yasaklandı. Bu nedenle geçen ay Türkiye'de kitabı okumak isteyen herkese internetten ücretsiz indirme imkanı sunduk ve Erdoğan'ın sansürünü böyle aştık. Bu tür eylemler elbette onu kızdırıyor ve bizi terörist listesine koymasına neden oluyor.
Temmuz 2016'daki darbe girişiminin arkasında olduğu söylenen FETÖ olarak bilinen 'Fethullahçı Terör Örgütü' vaizi Fethullah Gülen önderliğindeki harekete üye olmakla suçlanıyorsun. Uzun yıllar Kemalist medyada çalışmış, ülkenin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve Komünist Şair Nazım Hikmet hakkında filmler yapmış bir gazeteciyi, gerici bir İslamcı mezhebi desteklemekle suçlamak saçma değil mi?
Bugünlerde 'Gülenci' tabiri, tüm Erdoğan karşıtları için bir etiket haline geldi. Soğuk savaş sırasında, hükümet karşıtlarının kullandığı en yaygın unvan 'Komünist' idi. Sonra neredeyse her muhalif 'PKK üyesi' olarak suçlandı. Gülen hareketi artık 'En büyük düşman' sıfatını taşıdığına göre, tüm muhalifler de Gülen'le bağlantılı olmakla suçlanıyor. Garip gerçek şu ki; bu örgütün tehlikeliliğine işaret ettiğimiz onca yıl bizzat Erdoğan onun en büyük destekçisi ve yol arkadaşı oldu.
Gri listeye alınmak, güvenliğiniz için ek bir tehdit anlamına mı geliyor?
Tabii ki, herkes bu karara benim gibi gülümsemedi. 'Vahşi Batı' tarzında bir ödülü ilan etmek, hükümetin gözüne girmek isteyenlerin iştahını kabartabilir ama bununla yaşamaya alıştım.
Yıllarca Ankara tarafından bir numaralı halk düşmanı olarak gösterildiniz. Hala Berlin'de özgürce dolaşabiliyor, bir restorana ya da süpermarkete gidebiliyor veya taksiye binebiliyor musunuz? Yoksa her zaman bir Erdoğan destekçisi tarafından tanınmaktan ve muhtemelen saldırıya uğramaktan mı endişeleniyorsunuz?
Başlangıçta bu tehlike daha büyüktü ancak zamanla riskin azaldığını gözlemledim. Burada da Erdoğan'ın Türkiye'de giderek gözden düşmesine paralel olarak bir enerji kaybı gözlemlenebiliyor. Eskisinden daha az sayıda insan, Erdoğan sevgisi için tüm başarılarından vazgeçmeye istekli görünüyor. Bence bu kaybedeceklerinin başka bir işareti.
Kasım ayındaki bir saldırının ardından Türk ordusu, Suriye'nin kuzeyine yönelik saldırılarını yoğunlaştırdı. Aralık ayında, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde olası bir aday olduğu söylenen İstanbul'un sosyal demokrat Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hapis cezasına çarptırıldı. 23 Aralık'ta Paris'teki Kürt Kültür Merkezine düzenlenen saldırıda üç kişi hayatını kaybetmişti ve yılsonunda Ankara'nın merkezinde, faşist 'Bozkurtlar'dan ayrılan eski bir görevli, muhalif siyasetçilerle fotoğrafının çekilmesine izin verdiği için kelimenin tam anlamıyla sokak ortasında infaz edildi ve önümüzdeki birkaç hafta içinde, sol muhalefet partisi HDP Anayasa Mahkemesi tarafından yasaklanmakla tehdit ediliyor. Erdoğan'ın İslamcı AKP'si ile faşist MHP'nin iktidar ittifakı, önceki seçim kampanyaları ve referandumlarda olduğu gibi içeride ve dışarıda kutuplaştırıcı bir 'Gerginlik stratejisi' mi izliyor?
Erdoğan'ın iktidarda kalmak için her şeyi göze alacağını tahmin ettik, yazdık ve söyledik. Bu 'Her şey', paniğe kapılan halkı güçlü bir lidere ihtiyaç olduğuna ikna etmek için ülkede kaos yaratmayı da içeriyor. Bence şu anda yaptığı tam olarak bu. Ne yazık ki, bu kanlı taktik genellikle başarıya götürür ama önemli olan onun ne yapacağı değil, muhalefetin bu adımlara nasıl cevap vereceğidir. Tüm muhalif güçlerin toplu tepkisi bu oyunu bozabilir.
Geçen yıl Kemalist Sosyal Demokrat parti CHP, İslamcı bir parti ve MHP'den ayrılarak İYİ Parti'yi kuranların da içinde bulunduğu altı partili bir muhalefet bloğu oluştu. HDP'nin sosyalist partilerle daha küçük olan 'Çalışma ve Özgürlük İttifakı' da var. HDP'nin temsil ettiği Kürt seçmenler, cumhurbaşkanlığı için yapılacak ikinci tur seçimlerde de belirleyici rol oynuyor. Erdoğan'ı ve AKP-MHP ittifakını sandıkta yenmek için gerçekçi bir şans görüyor musunuz ve muhalefet partilerinin bunu başarması için ne yapması gerekir?
Çok zorlu bir süreçle karşı karşıyayız, bir yanda devlet aygıtının tüm imkanlarını kendi çıkarı için kullanan otoriter bir rejim, diğer yanda farklı görüşlere sahip partilerin koalisyonu. Şimdilik, bu iki ittifak kafa kafaya görünüyor. Düğümü çözecek parti HDP ama her iki koalisyon da Kürt sorununu tabu olarak gördükleri için HDP'ye mesafeli, bu da hükümeti seçimlerden hemen önce HDP'yi tasfiye etmeye teşvik ediyor. Muhalefet, Kürtler de dahil olmak üzere tüm demokratik güçleri baskıcı rejime karşı birleştiremezse seçimler tehlikeye girebilir.
Erdoğan'a karşı bir çoğunluk olduğunu varsayarsak, böyle bir siyasetçinin demokratik bir karara boyun eğip istifa edeceğini düşünmek saflık değil mi?
Bu kendimize çok sık sorduğumuz bir soru ama aynı zamanda seçmenin cesaretini kıran, kararsızlığa sürükleyen şeyler de içeriyor. Elbette demokrasi sadece seçimlerden ibaret değil, seçimler siyasi iradeyi göstermenin önemli bir aracı. İstanbul örneği duruyor, Erdoğan 25 yıldır elinde tuttuğu İstanbul'u 2019 seçimlerinde kaybetti. Bu seçimi iptal ettirince, yeni seçimde daha fazla seçmen İmamoğlu'na oy verdi. Elbette yine her türlü numarayı deneyecektir. Ancak seçmen kitlesi iyi örgütlendiğinde ve manipülasyona karşı dirençli olduğunda, seçmenlerin iradesi önemli siyasi değişimlere yol açabilir.
Sürgündeki bir gazeteci olarak Türkiye'de yaklaşan seçim kampanyasında görevini nerede görüyorsun?
Türkiye'de söylenemeyeni söylemek, yazılamayanı yazmak, konuşması yasak olanlara platform vermek ve her türlü imkanla insanlara ulaşmaya çalışmak. Devlet bürokrasisi çözülmeye başladı. Rejimin suçları ve Erdoğan'ın sarayındaki yolsuzluklarla ilgili giderek daha fazla belge gün ışığına çıkıyor ama Türkiye'de bunları yayınlamaya cesaret eden medya kalmadı ve bu da bize büyük bir sorumluluk yüklüyor.
2023, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 100. yıl dönümü olacak. Bu cumhuriyetin geleceği için vizyonunuz nedir?
Umarım 100. yıl bir değişim yılı olur. 1923'te Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması çok önemli bir adımdı ama bugün Türkiye'nin ihtiyacı olan şey demokratik bir cumhuriyettir. Önümüzde tarihi bir fırsat var. Siyasal İslam'ın kendisini nasıl otoriter bir yönetime dönüştürebileceğini öğrenmek için ağır bir bedel ödedik. Bu dersle artık farklı görüşlerle bir arada durmalı, ortak demokrasi temelinde birleşmeli ve harabeye dönmüş bir ülkeyi sıfırdan yeniden inşa etmeliyiz. Bunu da yapacağız.