Süleyman Okay’ın Dili
“Bağ bozuldu döllenme durağında kelepçeli bir Eylül yazgısı ve tecritteki arı sularımız kayıp giderken avuçlarımızdan ve sağılırken gecenin imbiğinden karanlıklar içimizde hala ışkın anılar katmerli gülkurusu bir düş döndük ellerimiz boş yenilginin gözyaşlarıydı sanki artık sağnak ve kanayan bir yağmur sesi Gün bitti bağbozumunda savrulan güzyaprakları biraz hüzün kan izleri biraz ve yanmış sevdalar bırakarak dağıldık” –Süleyman Okay-
Gürültülü değil, ama etkili; bir fısıltı gibi.
Öğütbaz değil, ama iddialı; sakin bir şelale gibi.
Kesici değil, ama sahici; tarifsiz bir bahar rüzgârı gibi.
Süleyman Okay’ın şiir dili…
“Onun dilinde, onun şiirlerinde, onun kaleminde…” gibi şeyler yazmaya hiç ihtiyaç duyurmuyor, dil ne yapmak istediğini anlatıyor zaten; kıvrım kıvrım, ahengi değişken.
Her okuduğumda, ‘nasıl böyle yazabilmiş’ diye buruk-derin bir iç çekiş yaşadım-yaşıyorum. Her okuduğumda!
Yaş biraz daha gençken; şiirler önümüzdeki sonsuzluk oluverirler belki. Ulaşılmak istenen umuttur bu belki. Yaş-yaşam birikimleri çoğaldıkça; şiirleri elde-avuçta hissetmek, güç verir hep. “Kimliksiz günler” geçmesine izin vermeden, yaşamının altının çizilmesine yardımcı olur belki.
Okurken; bütün ‘kaçak’ yıllarımızı anlatmış gibiydi.
Okurken; bütün ‘olmayanlarımızı’ dillendirir gibiydi.
Okurken; bütün ‘sevgilerimizi’, buluşup-buluşamayışlarımızı anlatır gibiydi.
Okurken; ‘keşke siz de okuyabilseydiniz’ diye nasıl iç çektiğim, nice insanın dili gibiydi.
O’nu okurken; o bizdi!
Bunu bu kadar istikrarlı, bu kadar yankılı bir halde; Hasan Hüseyin dışında hiçbir şairi okurken yaşamadım dersem abartı olmaz.
1928 doğumlu bir insanın, nice çağ devinimlerine tanıklık ettiğini kestirebiliriz. 2. Dünya Savaşı bitiminde genç olacaksınız. Arkasından 60’lı 80’li yılların bütün devinimlerini, zulümlerini yaşayacaksınız. Ve yazın dilinde bir değişime kulaç atacaksınız! Bunların hiç de kolay işler olmadığı açık!
“Yıkanan sularda gökkuşağı uyandı vaktidir öpüşmenin, şimdi sevişme saati çünkü dağlarda çim iklimi, kavga iklimi bir bahar geliyor telli duvaklı onurunu onarıyor gül yeni bir güne eğiriyor tomurcuklarını boşaldı kum saati, çarklar durduruldu kaçak sevdalar indi ovalara…”.
Yeni yeni hayatı keşfetmeye başladığımız dönemlerde 2. Yenilikçiler’i okurken çığlıklar atardık. Gençliğin heyecanıyla; “nasıl yazmışlaaaar. Hiç çekinmeyip dili yırtmışlar. Afferin onlaraaaa”, diyerek umutlarımız akardı hayata. Türkiye topraklarında ‘dil’ kavramının bile kelepçelenişine isyanımızdı şiirler.
Süleyman Okay, yazdıklarının bir yanıyla da öznesi olduğundan mı bilemiyorum; sessiz-mütevazi bir “Yenilikçi” olarak kalmış. Onların sularının rengine karışmamayı başararak, inanılmaz bir tarz üretmiş. Sanırım; rengini bozmaktan çekinmiş, korumakta direnmiş. Ve bunu korumayı, benim kuşağıma dek direk hitabedebilecek bir sağlamlıkla başarmış dersem, hiç abartı olmayacak!
Özellikle tarihte okuduğumuz, daha sonra anlayarak ilerlediğimiz 1940-1960 dönemi edebiyatı; nice zorlu evreler geçirmiş. Bu evreler içerisinde; dilde sınırları-çekinceyi, duyguda yasakları-örtüleri kırmaya cesaret gösteren şairler görmüş Türkiye toprakları.
Süleyman Okay’ın bu döngüleri bilmediğini düşünmek bile imkansız. Bütün bu döngülerde, akımlar içerisinde; O’nun dili de nice evrim geçirmiş, “yenilikçi”leşmiş! Bunu icra etmekte de yeterince cesaret göstermiş. Yaşadığı dönemlerde yazılarıyla tanışma imkanı olmayınca, ancak sanılarla; sanırım o sadece hep rengini korumakta direnmiş.
Ve sadece bir fısıltıymışçasına, içli bir tını ya da sakin bir şelaleymişçesine, bir bahar rüzgârıymışçasına…
Ölümünün 17. yılında, çok geç ama çok ‘kendimizmişçesine’ tanıştığım Süleyman Okay’ı saygıyla, sevgiyle anıyorum:
Her okuduğumuzda, duygularımızda yeniden yeşeriveriyorsun…
“dilsizim ben
sesim bir merminin çekirdeğinde saklı
sevdam zamansız açan
bir kır çiçeği gibi yalnız
bir poyrazın
haşin soluğuyla kırılmazdan önce” –Süleyman Okay-
20 Eylül 2016