Ülkemiz Türkiye son yılların en sıcak gündemleriyle deyim yerindeyse, siyasal sahnede depremlerin yaşandığı bir ülke görünümü sergilemektedir.
AKP devleti, Saray derin sarsıntıların, deprem gücünde çalkantıların girdabında can çekişir görüntüler sergiliyor dersek, yanılmış olmayız. AKP devleti ve dönemim başbakanı R.T. Erdoğan için, 17-25 Aralık 2013, 'kâbusu' neyse, bugün yaşananlar, AKP devleti ve Saray için yaşananlar birbirine benzerlik göstermektedir.
Rüşvet, kamu mallarını talan, ihaleye fesat karıştırma, hırsızlık, hile, şantaj vb. her kötülük var. İnsanın aklına ilk gelen, bunların, 'fıtratında' eksik olan nedir diyerekten soru sormak geliyor. Siyasal İslam'ın, bugün onların ülkemizdeki temsilcilerinin, yukarda betimlemeye çalıştığım, kötülüklerin kaynağı olduğunu görmemek için insanın gözlerine mil çektirerek kör olması gerekir. Aklını peynir ekmekle yemesi gerekir. Veya uzayın başka Galaksilerinde yaşaması gerekmektedir. Gerek ülkemizde, gerekse bölge coğrafyasında siyasal İslamcıların iktidar olduğu ülkelerde, her türden özgürlük ve insan haklarının rafa kaldırıldığı, ekonominin tabana vurduğu, teknolojinin esemesinin okunmadığı, kötülüklerin bir piramit gibi yükseldiğini görebilmekteyiz.
İktidarı 15 yıldır elinde tutan siyasal İslamcılar, ülkemiz Türkiye'de, siyasal ve ekonomik krizin derinleşerek toplumsal yaşamın her alanına nüfus ettiğini gözlemleye bilmekteyiz. AKP devleti, Saray derinleşen krizin esas sorumluluğunun, çürümüş, kokuşmuş kirli ilişkilerin devleti sarmaladığı gerçekliğini göz ardı etmek için, 'metal yorgunluğu' safsatasını öne sürmektedirler. Var olan, AKP ve devlette, 'metal yorgunluğu' değil, kirli ilişkiler sarmalında çürümüşlük ve kokuşmuşluktur. AKP devleti ve Sarayın, 'fıtratında' bu ilişkiler esas alınmaktadır.
Bu ilişkiler, rüşvet, kamu mallarını talan, ihaleye fesat karıştırma, hırsızlık, AKP yöneticilerinin içine sinmiş ki, AKP genel başkanı, Saray dahi bu durumdan, 'rahatsızlığını' dile getirmektedir. AKP kendi yöneticilerini, Belediye başkanlarını, Belediye meclis üyelerini, 'istifalar' yoluyla, görevden uzaklaştırmaktadırlar. Görevden uzaklaştırılanlar seçilmiş insanlar olması dolayısıyla bir başka demokratik hakkın gasp edilmesi de, işin çabasındır.
AKP devleti, Saray kokuşmuşluğun ve çürümüşlüğün girdabında debelene dursun, toplumsal muhalefet, halklarımızın, 'homurtusu' giderek ivme kazanarak büyümektedir. AKP, Saray artık ülkeyi, Belediyeleri yönetemez durumdalar. Uluslar arası ve ülkede düzeyinde AKP ve Sarayın yönetim tarzına güven kaybı giderek ivme kazanmaktadır. Ülkemiz Türkiye yönetim tazının çarpıklığı nedeniyle bölge coğrafyasında, deyim yerindeyse, 'istenmeyen ülke' durumunda ve kıskaçtadır.
AKP devleti ve Saray, Türkiye hâkim sınıflarının siyasal sahnedeki tüm temsilcileriyle içinde bulundukları ekonomik ve siyasal buhrandan çıkabilmek için, Irak Kürdistanı'nda yapılan 'bağımsızlık referandumundan' sonra, savaş ekonomisini kendilerine yetişen imdat freni olarak algılayıp ortak bir ağızdan çığlıklarını yükseltiyorlar. Olabilir ki, ülkemiz istenmeyen, halklarımızın tasvip etmediği bir savaşın girdabına sürüklenebilir. Bu savaş, başta Kürtler olmak üzere coğrafyamızdaki halkların kendi kaderlerini tayin etme hakkına bir saldırı taşıyabilir.
Bu oyuna gelmemeliyiz. Halklarımızın birbirlerini, 'boğazlamasını' sağlayacak olan savaş konseptine gerekli hassasiyeti gösterip, birliğimizi sağlamlaştırıp karşı durmalıyız. Savaş ve faşizm toplumsal yaşamımızı dinamitleyen, ölümü, kanı yok olmayı beraberinde getirecektir. Savaş, insanlık ve halklarımız için bir felakettir.
Felakete karşı ortak tavılar belirleyerek anti savaş bloğu oluşturmak asli görevlerimiz arasında olmalıdır. AKP devleti ve Sarayın, 'fıtratında' her kötülüğe yer vardır. Savaş bu kötülüklerin en vahşicesidir. Asla kabul etmemeliyiz. Müsaade etmemeliyiz.
Bir sonraki yazımda buluşmak dileğiyle,
05 Ekim 2017