"Bizi soyanlar göçmen ve yoksul değil, buralı ve zengin”

Yine göçmenlere yönelik saldırılar gündemde iken bu anonim söz sık karşımıza çıkmaya başladı. Tamamı şu şekilde” Bizi soyanlar göçmen ve yoksul değil, buralı ve zengin” sorunun nedeniyle değil de sonucuyla ilgilenme alışkanlığı örgütsüz toplumlarda daha sık karşımıza çıkan bir durum. Türkiye kapitalizmi yıllara yayılan bir süreçte kabını dolduran bir haldeyken artık kabına sığmayacak bir sermayeye ulaşmış başat Emperyalist Ülkelerle kendisini elbette kıyaslamayarak iş birlikçilikte taviz vermeden kendi sermayesini ihraç edecek bir güç olarak kendisini görmeye başladı.

Evet bölgemiz emperyalist müdahalelere her zaman açık olmuş askeri işgal dönemleri dışında kalan süreçler de ülkelerin iç işlerine direk müdahaleler sonucunda siyasi istikrarsızlıkların ortaya çıkmasının ana faktörü olmuştur. Afganistan ve Irak'ı işgal eden emperyalizm bölgedeki gücünü korumak için Arap baharı olarak bildiğimiz Tunus, Mısır, Libya gibi ülkelerde halkın özgürlük talepleri ile başlayan halk gösterileri yönetimleri değiştirmiş ancak buradan halkın çıkarına bir sonuç değil tersine emperyalizmin istediği değişikler olmuştur. Suriye’de ise Atlantik bloğu dengelerin değişmesine neden olmuştur. Türkiye açık olarak taraf olmuş Beşar Esad karşısındaki cihatçı grupları desteklemiş askeri olarak orada yer almak istemiştir. Suriye’deki süreç iç savaşa evrilmiş IŞİD bölgenin en önemli dinci örgütü olarak yaratılmıştır. Suriye’de siyasi gruplar kendi varlığını tariflemiş kuzeyde PYD’nin kontrolünde bir devleşmeye gidilmiştir. İç savaş göçlere neden olmuş Türkiye komşu ülke olarak en fazla göçü alan ülke olmuştur. Tabi AKP ilk başlarda siyasi İslamcı tavrıyla ümmet kardeşlerimizi misafir edeceğiz olarak durumu açıklasa da süreci yönetememiş mülteci kamplarından kentlere yayılan göçmenler kendi başlarının çaresine bakmak zorunda bırakılmıştır. Kontrolsüz bir şekilde yaşanan bu göç göçmenleri eski yoksul mahallerinde gettolaştırılmış aynı zamanda organize sanayi bölgelerinde en ağır işlerde ucuz iş gücü olarak çalışmak zorunda bırakmıştır.

Aslında göçler Türkiye’de yeni karşımıza çıkan tanıdık olmadığımız bir durum değil. Göçlerin insanların iradesi dışında gelişen yaşamda kalmak için bazen de bir güç tarafından ait oldukları yerleşimlerden zor ile sürülmeleriyle gerçekleşmiştir. Zorunlu göç işte budur. Savaşlar, iç çatışmalar, kıtlık gibi birçok neden ile insanlar göç etmek zorunda kalmıştır. Bu göçler çoğunla toplu şekilde gerçekleşmiştir.

Türkiye’ye toplu göçlerin ana nedenleri savaşlar ya da siyasi istikrarsızlıklar olmuştur.

· 1922-1938 yılları arasında Yunanistan’dan 384 bin kişinin,

· 1923-1945 yılları arasında Balkanlar’dan 800 bin kişinin,

· 1933-1945 yılları arasında Almanya’dan 800 kişinin,

· 1988 yılında Irak’tan 51.542 kişinin,

· 1989 yılında Bulgaristan’dan 345 bin kişinin,

· 1991 yılında I. Körfez Savaşı’ndan sonra Irak’tan 467.489 kişi,

· 1992-1998 yılları arasında Bosna’dan 20 bin kişinin,

· 1999 yılında Kosova’da meydana gelen olaylar sonrasında 17.746 kişinin,

· 2001 yılında Makedonya’dan 10.500 kişinin, (https://www.goc.gov.tr/goc-tarihi)

Türkiye’de ekonomik kriz derinleşerek devam ediyor. Enflasyon artarken alım gücü azalıyor. İşçilerin ortalama ücreti asgari ücret olmuşken alınan maaşlar açlık sınırı ile eşitlenmiş durumda. Sermaye grupları ise bu dönemlerde büyük karlar açıklamaya devam ediyor. Koç Holding 2023 yılı karını 72,23 milyar.TL olarak açıkladı. Mehmet Şimşek ekonomi politikası asgari ücretliye ve emekliye zammı bütçeye yük olarak değerlendiren açıklamalar yapıyor. Savaşların neden olduğu göçler, ekonomik krizlere neden olan Kapitalizm, savaşların çıkmasına neden olan sermaye sınıfı düşmanlarımız bu koşullar da gerçekten göçmenler mi?