Bir Kürdistan masalı



Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirit oynar iken eski hamam içinde, pireler berber, develer tellal, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, ninem düştü beşikten, dedem düştü eşikten, biri kaptı maşayı, biri kaptı şişeyi, gösterdiler köşeyi. Ben kaçtım onlar kovaladı, onlar kovaladı ben kaçtım, az gittik uz gittik dere tepe düz gittik, altı ay bir güz gittik, dönüp bir de arkamıza baktık ki ne görelim, bir arpa boyu yol gitmişiz. Bir varmış bir yokmuş, ülkenin birinde bir küçük bey yaşar imiş.

Ataları, on iki imam misali şahların, sultanların rağmına hürriyet için kavga verdiklerinden, Kürdistan denilen coğrafyanın insanları küçük beyi pek severlermiş. Velhasıl bu insanlar çok cefalar çekmiş. Tiranlar, despotlar, dehaklar yetmezmiş gibi, şıhlar, şeyhler, ağalar hep baskın çıkmış. Kürdistan’da yaşayan insanlar, değirmen taşlarının arasındaki buğday taneleri gibi, hep ezilir, un ufak edilirlermiş.

Gün olmuş baş kaldırmışlar, başları ezilmiş. Bir kere değil, kaç defa. Gün olmuş, efendilerinin emriyle komşularının kanına ekmek doğramışlar. Komşularını çöllere revan eden zalimlerin suçuna ortak olanlar çıkmış aralarından. Karanlıklarca hükmedilenler, karanlıklara kapılırmış derler. Bilgeleri kuşaklar boyunca hem çektikleri çilenin, hem de çektirdikleri acıların anılarını anlatmışlar destanlarında.

Günün birinde çok uzaklardan büyük bir hükümdar ateş kusan canavarlarıyla küçük beyin bağlı olduğu krala savaş açmış. O kral ki, küçük beyin halkına zulmeden, zehirli dumanlarıyla binlercesini bir çırpıda katleden pek zalim bir kralmış. İşte o kralı yenen büyük hükümdar hayli cömert çıkınca, küçük bey sevinmiş. Hükümdar küçük beye, »bak bu topraklar senin, artık korumam altındasın« demiş. Bir de eklemiş, »lafımdan çıkmaz isen, Karun gibi zengin kılarım seni«.

Küçük bey, büyük hükümdarın koruması altında küçük krallığını kurmuş. Krallığı bir gelişmiş, bir gelişmiş ki, sormayın gitsin. Sultanlar, şahlar küçük beyle anlaşmak için sıraya girerlermiş. Krallığının her tarafına yollar yapılmış, alışveriş sarayları, parıltılı binalar dikilmiş. Küçük beyin aile fertleri bir elleri balda, bir elleri yağda, zenginliğin keyfini çıkarır olmuşlar.

Küçük bey pek akıllıymış, topraklarında muazzam hazinelerin olduğunu iyi bilirmiş. Gün olmuş, artık sadece bu hazineleri nasıl çıkaracağım diye düşünmeye başlamış. Nitekim, kapısını aşındıran büyük tacirlerin gösterdiği yola girmiş. Çıkarıldıkça fazlalaşan hazine gözlerini kamaştırırmış. Ama bu hazine lanetliymiş, insanı kör edermiş. Küçük bey hazineden başka bir şey görmez olmuş. Körlüğünü, halkın sevgisinin iyileştirebileceğini görememiş. Halkına değil, çakallara, tilkilere, kurt sürülerine ve sırtlanlara güvenir olmuş.

Gel zaman, git zaman, hemen yanı başındaki yoksul akrabaları kendi zalimlerine baş kaldırmışlar. Önce cömert davranmış, »akrabamsınız, ben sizin de beyinizim« demiş. Ama akrabaları, »sağ ol, bizim beye, efendiye değil, yardıma ihtiyacımız var« demişler. Küçük bey hiddetlenmiş, »ayaklar baş olur mu« demiş. Zaten Kuzey Ülkesindeki diğer akrabaları lafını dinlemezlermiş, bir de bunlar çıktı diye düşünürken, Kuzey Ülkesinin padişahından hoş bir davet gelmiş. Padişah, »düğün dernek eyledik, tez gel« dermiş.

Lütufkârlığını göstermek isteyen küçük bey, hediye altınları sandukalara doldurmuş, bir zamanlar güzel sesiyle halkının ruhunda çiçek açtırmayı bilen ozanını yanına almış, kökleri binlerce yıl öncesine dayanan kadim bir kente gitmiş. Gitmiş gitmesine ama, havada bir tuhaflık varmış. Kalabalıkta akrabalarını aramış, bulamamış. Büyük ozanı, başka bir ozanla sahneye çıktığında, »yahu ben ozan getirdim zannediyordum, meğer saray soytarısıymış« diye düşünmekten kendini alamamış. O sırada önünde Hürmüz belirmiş: »Uyan« deyip, aklına ışık vermiş. Birden gözlerini açmış, ne görsün: şatafatlı görünen, boyuna takılan zincirlermiş.

Ayağa kalkmış, »Dehak değil, Kawa olmak gerektiğini göremedim« deyip, gözyaşlarıyla zincirlerini kırmış ve kendini halk selinin içine atıp kurtarmış. Küçük bey nihâyet akrabalarına kavuşmuş. Kürdistanlılar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine. Hadi iyi uykular!

23 Kasım 2013