BİR ERGENEKON YAZISI DAHA 2.

Yazının bundan önceki bölümünde, devletler içindeki kliklerin varlığını, bu anlamda Türk devletinin içindeki kliklerden ve Erdoğan’ın bu klikler içindeki yerini ve izlediği politikaları incelemiştik. Yazının bu bölümünde Erdoğan’ın Türk devletine, yeniden yapılandırabilecek kadar, hakim olduğunu ve bu anlamda Ergenekon’un etkisizleşmiş durumuna bakacağız.

Erdoğan’ın devletin içinde kendisini güçlendirmek için Osmanlıcı/İslamcı klikle, yani Fettullah Gülen’le, cemaatle, iş birliği yaparak işe başladığını görmüştük. Devlet içindeki eğemen kliklere karşı konum alabilmek için Erdoğan’ın, bu iş birliğine ihtiyacı vardı. Tabii bu iş birliğini kitlelere onaylatmak ve kitlelerin desteğini almak da gerekiyordu. Bunun için kitlelerin taleplerini istismar etti, bu talepleri sahipleniyormuş gibi davrandı. Tıpkı bütün faşist iktidarların yaptığı gibi.

Böylece Erdoğan, kitleleri aldatarak elde ettiği meşruiyet ve güçle devletin içinde yerleşmeye, ama daha çok cemaatin gücüne dayanarak yol almaya devam etti. Belli bir güce eriştiğini düşündüğünde ise devlet içinde tasfiye etmek istediği Kemalist kliğe karşı, yine cemaatin devletin içindeki gücünü kullanarak, harekete geçti. 2007- 2010 tarihlerinde, gerçekleştirilen Ergenekon ve Balyoz gibi bir dizi politik operasyon bu amaçla gerçekleştirildi. Aynı dönemde “çözüm süreci” adı altında ülkenin en güçlü en diri demokratik muhalefet odağı olan Kürtlerle yakın bir ilişki kurulmuş olması hem bu sürecin kitleler tarafında desteklenmesi için bir ihtiyaçtı, hem de gelişmeleri kolaylaştırıyordu.

Söz konusu operasyonlarla Erdoğan, Gülen’in gücünde aldığı destekle Kemalistlerin yaklaşık yüz yıldan beri sürdürdükleri egemenliklerini çok ciddi oranda zayıflattı. Böylece Erdoğan, Osmanlıcı/İslamcı ekibin gücüne dayanarak ve aynı zamanda aynı kesimin temsilciliği adına, en büyük rakibi olan Kemalist ekibe en büyük, en yok edici darbeyi vurmuş oldu. Bu aşama Erdoğan’ın devlete hâkim olma planı açısında çok önemliydi ve her ne kadar kolay olmamış olsa da Erdoğan açısında önemli kazanımlarla sonuçlanmıştı.

Ancak bu durum devlet içindeki güçler arasında yeni bir kavganın başlamasına yol açtı. Kemalistlerin tasfiyesiyle boşalan mevzilere yerleşmek, açığa çıkan rant olanaklarına, kısacası devlete sahip olmak niyet ve çabası üzerinde, Erdoğan’la Gülen arasında yaşanan gerilim, karşılıklı atışmaların, sonra çatışmaların doğmasına yol açmış, bir süre sonra bu çatışmalar şiddetlenmişti.

Kemalistlerin ciddi anlamda güç kaybetmesinden sonra yaşanan bu gelişmeler Erdoğan’la Gülen arasındaki iplerin kopmasıyla sonuçlandı. Artık Erdoğan için sıra, bu sürecin her aşamasında birlikte hareket ettiği ortağı Gülen’in tasfiyesine gelmişti. Bir aşamasından sonra tamamen Erdoğan’ın yönettiği “erken doğuma zorlanmış darbe” bu sürecin sonunda ortaya çıktı. Bu “erken doğuma zorlanmış darbe” yle, Erdoğan, o ana kadar birlikte hareket ettiği, Kemalistlerin tasfiyesini birlikte gerçekleştirdiği cemaati, Gülen’i, Fetö’yü devletin içinde tasfiye ederek, Kemalistlerden sonra, bir yükten daha kurtulmuş oluyordu. Bu saatten sonra Erdoğan, Türk devletine hâkim olan en temel güç olmuş, bir anlamda devletleşmiştir.

Elbette bu durum devletin içindeki bütün kliklerin silinip süpürüldüğü anlamına gelmez. Bu nedenle devletin içinde çeşitli düzeylerde farklı kliklerin temsilcilerinin, varlıklarını çeşitli biçimlerde sürdürüyor olmaları mümkündür. Ancak esas olan şu ki bugün Türk devletine hâkim olan ne Kemalistlerdir, ne Ergenekon’dur ne Avrasyacılardır ve nede Gülenciler veya Fetöcülerdir. Türk devletine güçlü bir biçimde hâkim olan Erdoğan’dır. Bir başka deyişle Türk devletine, Ergenekon’dan, Gülen den, Kemalist klikten daha çok Erdoğan hakimdir.

Bu sonuca iki parametreden bakarak varıyoruz. Birincisi, Türk devletinin izlediği politikalarla Erdoğan’ın beklenti ve hesaplarının tamamen uyuşuyor olması, bu gerçeği göstermektedir. Devletin izlediği bütün politikalar “a dan z ye” kadar Erdoğan’ın istediği, arzuladığı ve belirlediği politikalardır. Stratejik veya taktik, hangi düzlemde bakılırsa bakılsın, izlenen politikalarda ve pratikleşen uygulamalarda, Erdoğan’ın isteyip de yapamadığı ne var? Ya da Erdoğan’a rağmen yapılan bir şey var mı? Kürtlere karşı sürdürülen savaş, dış politikada izlenen emperyalist savaşçılık, iç politikada muhalefetin ve kitlelerin bastırılması ve faşist uygulamalar, hepsi bizzat Erdoğan’ın formüle ettiği politikaların harfiyen uygulanmasından ibarettir.

Aynı şekilde devletin içindeki bütün kurum ve mevzilerin tamamı Erdoğan’ın emrindedirler. Mili Güvenlik Kurulu (MGK) Erdoğan’ın emrinde, MİT Erdoğan’ın emrinde, ordu Erdoğan’ın emrinde. Medya, HSYK, YÖK, polis teşkilatı ve hatta muhtarlara varana kadar devletin en büyüğünden en küçüğüne bütün kurumları Erdoğan’ın “büyük gözaltı” sının altındadırlar. Öyle ki devletin içinde, Erdoğan’ın herhangi bir isteğine karşı koyabilecek hiçbir irade bulunmamaktadır. Halbuki bundan önceki Türk hükümetlerinde başbakanın herhangi bir isteğini pekâlâ Milli Güvenlik Kurulu veya muhalefet engelleyebiliyordu. Hatta temel stratejik politikalarda MGK’nın onaylamadığı hiçbir politika geliştirilemez, uygulanmazdı. Bugün öyle mi? Tam tersine MGK dahil bütün kurumlar erdoğan2a bağlı ve bütün temel stratejik politikalar Erdoğan tarafında belirlenmektedir.

İkincisi ise devletin yönetiminde son derece etkili olan, hatta kimilerine göre Erdoğan’ını yönetecek kadar güçlü olduğu ileri sürülen Ergenekon olarak kimden, hangi politik-sosyal güçten söz edildiği net olarak ortaya konmamaktadır. Bu tezi savunanların tamamı doğru düzgün, ikna edici, bir Ergenekon tarifi yapmamaktadırlar.

Kimine göre Ergenekon, Avrasya’cılık yapan kaşarlanmış halk düşmanı Doğru Perinçek ve çevresindeki bir avuç emekli askerdir. Kimine göre CHP’nin içindeki sağ kanatla birlikte hareket edenlerdir. Kimine göre kimsenin sahip çıkamadığı 28 Şubatçılar Ergenekon’dur. Kimine göre birkaç ulusalcı gazetenin çevresinde kümelenmiş yazarlardır. Hasılı kimsenin net bir Ergenekon tanımı bulunmamaktadır

Ayrıca ve daha önemlisi, “Erdoğan’ı yöneten bir Ergenekon’un varlığıyla” siyasal gelişmeleri izah etmeye kalktığımızda, birincisi, Erdoğan’ı masumlaştıran dolayısıyla esas düşmanı gözlerden uzak tutun bir hataya düşeceğiz. İkincisi, Ergenekon diye artık gücü kalmamış, hatta “ne yerde ne gökte mekânında münezzeh” hale gelmiş olan bir düşmanı aramakla zaman ve enerji kaybedeceğiz. Bütün bu kafa karışıklığı, çözüme giden yolu bulanıklaştıracak, kime karşı kiminle birlikte mücadele edileceğini anlaşılmaz kılacaktır. Esas olan şudur ki Erdoğan, Türk devletini ele geçirmiştir ve ekibiyle birlikte yönetmektedir. Gerçeğin bilinmesi, mücadelenin başarısını kolaylaştıracaktır.