Willy hocayla ne zamandır konuşmamıştım. 95 yaşına rağmen, hâlâ aktif, reel sosyalizmin yenilgisinin kendisini umutsuzluğa itmesine izin vermeyen tutarlı bir komünist. Aradım. Telefonu ikinci kez çalmasına fırsat vermeden açtı, ahizeden sesimi duyunca, sert bir şekilde, »Daha ne bekliyorlar?« dedi. »Yahu hocam, gene hiddetlenmişsin. Kim, neyi beklemeyecek?«. Azarlar gibi, »Kim olacak, komünistler, sosyalistler, devrimciler daha ne kadar bekleyecek? Ne yani brigadistler mezarlarından çıkıp, Kobanê’ye mi gitsinler? Şimdi savunmaya koşulmayacak da, Rojava elden gittikten sonra mı akılları başlarına gelecek?« dedi.
Belli ki Willy hoca gelişmelerden hayli etkilenmişti. 1936’da daha 17 yaşındayken »Thälmann Taburunda« İspanya’da Franco faşistlerine karşı elde silah mücadele eden Willy hoca, 1968’de Yunan komünistlerinin cuntaya karşı verdikleri direnişe katılan ve tutuklanarak »Oropos Toplama Kampında« tutulan az sayıda enternasyonalistten birisiydi. Hep, »Oropos’da Theodarikis’le beraber söylediğimiz şarkılar beni avuturdu« diye anlatırdı. Anlaşılan direnişçi damarı gene kabarmıştı.
»Hocam« dedim, »Türkiye’de, Avrupa’da o kadar insan Rojava’ya sahip çıkıyor, Kürtler direnişe katılıyor, sınırları aşıy...«, »Papperlapapp!« diyerek lafımı kesti. »Uzaktan destek benim gibi ihtiyarların işi. Şimdi yapılması gereken, bilfiil direnişe katılmaktır. Herkes bir şey yapabilir, illâ silah elde savaşmak zorunda değilsin. Cihatçılar kendi enternasyonallerini kurmuş, saldırıyorlar. Bizim, komünistlerin, sosyalistlerin yapması gereken, aynı İspanya’da olduğu gibi, enternasyonalist tugaylar oluşturup, cihatçıların enternasyonalini geri püskürtmektir. İşi Kürtlere havale edip, dışardan bakmak değil.«. »Hocam tamam, ama...«. »Aması maması yok. Neymiş, Kürtler direniyormuş. Tabii direniyorlar. Ortadoğu’nun en dinamik hareketi direnmeyecek de, kim direnecek? Hem, hiç merak etme. Bir soykırımla Kürtler yok edilmedikçe, direniş bitmez. Cephedeki o genç kadınların gözüne bak, bunu görürsün. Ama, mesele bu değil.«
»Peki, nedir mesele?«. »Bir kere şunu bilmek lazım: Kobanê düşerse, Rojava düşer. O zaman da Ortadoğu’da bütün özgürlük umutları karanlığa gömülür. Çünkü Ortaçağ vahşeti ve emperyalizmin taşeronları hakim olur, kanlı sarmal tüm bölge ülkelerini, hatta Avrupa’yı bile terör girdabına sokar. Ondan sonra değil işçi haklarını, en temel demokratik hakları savunmak dahi otoritarizmin ve faşizmin duvarına toslar.« »Aman hocam, felaket tellalı gibi konuşuyorsun. Kobanê nire, Avrupa nire?«. Alaycı bir ses tonuyla, »He ya, sen kendini Avrupa’da güvende san. Hele metropollere bir kaç cihadist intihar bombacısı dalsın, o zaman görürsün neler olacak.« »Aman hocam düşünmek dahi istemem. Ortalık toz duman olur, ırkçılık, savaş çığırtkanlığı herkesi esir alır ve daha neler...«
Willy hoca, »Yani« dedi, »komşudaki yangın, yardım etmezsek, seni de, beni de yakar. Türkiye’nin batısında, Avrupa’nın refah coğrafyasında bunu göremeyebilirsin, ama yarın faşizm iktidara gelince şaşırmamalısın.« Hoca abartıyor diye düşündüm, »Hocam, o kadar da değil. Sendikal hareket var, ilerici, solcu partiler, sosyalistler var. Hem, burjuva demokrasisinin kuralları var.« »Sen öyle san« diye hiddetlendi, »30 Ocak 1933’de güçlü Alman işçi sınıfı, 12 Eylül 1980’de yüzbinleri sokağa dökebilen Türkiye sendikaları neredeydi? Burjuvazi, çıkarları gerektirdiğinde aynı adımları atmaktan çekinmez. Ama şu an önemli olan, başkasının acısını hissetmek, ona yapılan haksızlığa, kendine yapılmış gibi karşı çıkmaktır. Zayıfın yanında olmak, gerektiğinde güçlüye karşı yaşamınla onu savunmaktır. Bunun için komünist olmaya da gerek yok. İnsan olmak, vicdanlı, onurlu olmak yeterlidir. İspanya zamanında Komintern vardı. Tüm ülkelerin işçilerini yardıma çağırmıştı. Bugün hâlâ komünistler var. Sadece kendi ülkelerinin işçilerini yardıma çağırsalar yeter. En önde kendileri giderek, görevlerini yerine getirseler. Sağlığım elverseydi, bugün orada olurdum.« Duraksadı, »Prostatım bastırıyor, hadi eyvallah« deyip, telefonu kapattı.
Ahize elimde, öylece kalakaldım. Utanarak, hocaya hak vererek...
27 Eylül 2014