1970’li yılların ortasında itibaren Türkiye’de sol hareketlerin en çok tartıştıkları konuların başında „Ulusların kendi kaderini tayin hakkı“ geliyordu. Kürt hareketleri bağımsız Kürdistan savunuyor, biz Türkiye sol hareketlerine sempati duyanlar ise onları ırkçılıkla ve miliyetçi olmakla suçlayarak, sosyalist bir Türkiye’nin tüm uluslara özgürlük getireceğinin propagandasını yapıyorduk.
Bizler kavramlar üzerinde tartışırken Kürt hareketi kendisinin çizdiği yol haritasında giderek taraftar topluyor, özellikle de Kürt coğrafyasında destek buluyordu.
12 Eylül 1980 askeri darbesi ile birlikte Türk sol hareketleri içindeki ayrışmalarla birlikte bu örgütlerin taraftar kitlesi içinde Kürt sorununa yaklaşımda da daha olumlu bir çizgi izlenmeye başlandı.1980 sonrası Türkiye sol hareketi uzun süre kendi kendisiyle uğraşırken, kürt hareketlerinden bir kısmı dağılma noktasına gelerek kürt halkı üzerindeki etkisini yitirip kayboldu. PKK ise 1984 sonrası başlatığı silahlı mücadeleyle giderek Kürt coğrafyasında zemin yaratarak güçlendi. PKK’nın o dönemlerde kullandığı metod ve yöntemler ve kendisine destek sunan güçlerin konumu ayrı bir tartışma konusu olsa da bugün Kuzey Kürt coğrafyasında etkili olan politik güç PKK’dır. PKK’sız kürt sorunun çözümü mümkün değildir.
O gün kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını bağımsız bir Kürdistan olarak hedefleyen kürt hareketlerinin bir kısmı zaman içinde bu hedeflerinden de uzaklaşarak Türkiye’nin bütünlüğü içinde özerklikten yana bir hedef belirlemeye başladılar. PKK’nın buğün geldiği politik nokta ise bağımsız bir Kürdistan hedefinden daha çok bölgesel özerkliği temel almaktadır. PKK‘nın etkilediği kesim içinde, bu konuda birbirinden farklı düşünceler olsa da, özellikle HDP içinde son yıllarda giderek hakim olan politik çizgi Türkiye’nin sınırları içinde kültürel özerkliktir.
Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını nasıl kullanacağı ve hangi doğrultuda karar vereceği onun kendi iradesidir. Bu hakkı bugün Güney Kürdistan halkı (Kuzey Irak) ezici bir çoğunlukla 25 Eylül’de bağımsızlıktan yana kullanmıştır. Bu hakkın ne zaman ve nasıl hayata geçirileceğine yine Güney Kürdistan halkı belirleme hakkına sahiptir.
Körfez savaşı ve Saddam Hüseyin’in devrilmesi sonrasında yeniden gündeme oturan Ortadoğu’da haritaların yeniden çizilmesi Kürtleri dikkate almadan bölgeye kalıcı bir barış getirmekten uzak kalacaktır. Her ne kadar bugün Türkiye, İran, Merkezi Irak yönetimi ve Suriye bağımsız bir Kürdistan Devletinin Kuzey Irak’ta kurulmasını kendilerinin jeopolitik çıkarlarına aykırı görseler de, er veya geç Kürt halkına birlikte ve birarada barış içinde yaşamak için siyasal çözüm sunmak zorunda kalacaklardır. Kürt halkına karşı topyekün bir savaş ilan etmek bölge halklarının çıkarına değildir. Olsa olsa bu savaştan en çok Amerika Birleşik Devletleri (USA) başta olmak üzere silah üreten emperyalist ülkeler kazançlı çıkacaklardır.
25 Eylül'de Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nde (IKBY) yapılan bağımsızlık referandumu meşrudur ve Kürtler adına dışardan karar verme hakkına kimse sahip değildir.
Bölge ülkelerinin, başta Türkiye olmak üzere savaş çığırtkanlığına son verip Kürt halkıyla birlikte kalıcı barış için çözüm üretmeleri tüm halkların yararınadır.
Bonn, 28. Eylül 2017