Avrupa Parlamento seçimlerinde, Almanya-Fransa vb. ülkelerde muhafazakâr ve radikal sağcı partilerin büyük oylarla ‘Sol’ partileri geride bırakmasının, aydınlarda ve sol kesimlerde büyük bir paniğe yol açtığını görüyoruz.
Paniği tetikleyen temel dürtü, 1930-45 yılları arasında Avrupa’da faşistlerin yarattığı insanlık dramıdır. Özellikle de bu geçmişle ideolojik bağı olan radikal sağcılığın(yeni ırkçılığın) Fransa ve Almanya'da ki gelişimi, insanların dehşete düşmesi için yetmiştir. Fakat madalyonun arka yüzünde de buna benzer bir süreç yaşanmıştı: Almanya’da ve İskandinav ülkelerde bir zamanlar yükselen ‘Sol’ partiler, büyük hedeflerle iktidar olmuşlar fakat bunların çoğunu yerine getirememişlerdi. Buradan çıkan özlü sonuç şudur: ister ‘sol’, isterse radikal sağ olsun, hepsi de sistemin bir parçasıdır ve yapacakları sınırlıdır. Yani kapitalist ülkelerde, ‘Sol’ partilerin yarattığı umutsuzluk ve tepkiler sağı, sağın yaratacağı tepkiler de egemen ‘Sol’u iktidara taşıyan bir tahterevalli sistemi mevcut.
Emperyalizmi yeni koşullar içinde yerine oturttuğumuz da Avrupa’da ki sağın bu yükselişini, ABD’deki Trump iktidarının, yaşlı kıtadaki bir versiyonu olarak görebiliriz. Daha iyi bir örnek olarak da NATO üyesi olduğu için ülkemize de bakabiliriz. Bu açıdan yeni durumu analiz etmeden doğru sonuçlar ve çözümler üretmemiz neredeyse imkânsız. Bunun için ABD liderliğindeki sistemi, küçümsemeden ve de abartmadan doğru analiz edebilirsek önümüzü aydınlatabilir ve belki ezilenler açısından bir ışık yakabiliriz.
Çıkartacağımız ilk ders:
AfD-RTE-Trump vb. siyasi figürlerin yükselişlerinin bir nedeni; emperyalist sistemin sıcak yüzü olan ‘Sol’un yani Sosyal-demokratlar-İşçi veya Sosyalist parti, Yeşiller vb. partilerin büyük vaatler veya beklentilerle iktidar olup, sonuçta hayal kırıklığı yaratıyor olmalarıdır. Buna paralel önemli bir sebep de; milyonlarca insanın umudu olan Sovyetler-Çin gibi komünist ülkelerin giderek kapitalizme yönelmeleri ve Komünist anlayışı bayağılaştırıp, kitlelere örnek olmaktan çıkarmalarıdır. Bu sonuç da bize: çalışan kitlelerin gerçek temsilcisi sosyalist veya demokrat ve devrimci partilerin kolay kolay ortaya çıkamadığını göstermektedir. Ne var ki bu partiler kazara kitlelerden destek alıp ortaya çıksalar da emperyalist sistem, bunları ortadan kaldıracak yasal ve yasadışı tedbirleri almaktadır. Bunun için, 1960’larda Endonezya’da ki milyonlarca komünist parti üye ve sempatizanının nasıl katledildiğini hatırlatmam yeterlidir.
Çıkartmamız gereken ikinci ve önemli sonuç:
Emperyalist sistemin analizi sonucu diyebiliriz ki: Almanya’da AfD hükümet olursa eğer, kesinlikle 1930’ların Nazi rejimine benzer bir iktidar kuramayacaktır. Sadece ırkçı yasalar çıkartarak ve iktidar gücünü kullanarak toplumu etkileme vb. faşist uygulamaları hayata geçirmeye çalışacak fakat parlamentoya-partilere-seçim sistemine-basım işlerine vb. dokunamayacaktır. Örneğin AKP, özellikle de son 10 yıl içinde, İslamcı-gerici birçok adım atıp, militanları, askeri kurumları ve orduyu örgütlemesine rağmen bir türlü ‘ Şeriat ve Hilafet’i ilan edememiştir! Dolayısıyla diğer siyasi partiler her zaman sahnede olacaklardır. Yani RTE rejimi, iktidar imkânlarıyla birçok şey yapabiliyor (yasalar çıkartarak-toplumu korkutarak vb. ile gerici bir toplum yaratmaya çabalıyor) fakat NATO konseptinin dışına çıkacak bir adım atamıyorsa, aynı şekilde AfD iktidarı da Almanya gibi emperyalist bir ülkeyi yönetmesine rağmen, kapitalist Şirketler Oligarşisinin mevcut ilkeleri dışına çıkamayacaktır. Bunun nedenleri var! İsterseniz bunlara bakalım:
Kapitalist sistem, eskiye oranla çok daha merkezi ve örgütlü! Örneğin NATO bunun için var. Dolayısıyla tüm üye ülkeleri, dev bir holdingi oluşturan değişik şirketler olarak düşünebiliriz. Elbette ki farklı davranışlar ve uygulamalar oluyor ve olacakta! Fakat emperyalist sisteme zarar verecek hiçbir farklılaşmaya izin vermemek üzerine bir baskı mekanizması oluşturulmuş bulunuyor. Örneğin Ecevit, bağımsız ‘Sol’ bir iktidar için büyük bir çaba harcamış fakat iktidarı abluka altına alınmış-suikasta uğramış ve sonunda(1978) uzlaşarak* sistemin bir parçası olmuştu. Çünkü kapitalizmde deveye hendek atlatabilir fakat bu sistem içerisinde bağımsız-demokratik ve kişilikli bir ülke oluşturmazsınız. Ama diğer yanda Allende, emperyalistlere karşı direnmiş ve canını feda ederek, bize bu sistem içinde gerekli olan yolun ne olduğunu göstermiştir. Sistemin içinde ambargolar-ticari yasaklar-yaptırımlar-darbeler-savaşlar, algı yönetmeler vb. zaten bunun için var. Tahminleri bir yana bırakırsak, Almanya NATO üyesidir ve nasıl ki Sosyal-Demokratlar ve ‘Sol’ partiler sistemin kurallarına uyuyorsa, AfD de bunlara uymak zorunda kalacaktır.
Üçüncü bir dersimiz daha var:
Son seçim sonuçlarının, kapitalist sistemin derinleşen ekonomik kriziyle de ilgisi bulunuyor. Burada küresel krizin analizini yapacak değilim. Sadece sonuçları üzerinden kitlesel eylemlere, bölgesel savaşlara**-ki özellikle Rusya ve Çin’i karşılarına alacak savaşlara girmeleri bu yöndeki en ciddi bir göstergedir-grevlere, ilticalara vb.lerine baktığımızda; geciktirme çabalarına rağmen ciddi küresel bir ekonomik krizin yaklaştığını söyleyebiliyoruz. Dolayısıyla Avrupa’da muhafazakâr ve ırkçı sağın yükselişi, görünüşte mültecilik ve yabancı düşmanlığı üzerinden ivme kazanıyor gözükse de( ki bu kitleleri etkilemek için gerekli olandır) emperyalist sistemin öncü depremleri olarak ele alınması gerektiğini bize söylemektedir. Hatırlayalım; 1929 yılındaki dünyada ki büyük kapitalist bunalım, en uygun ülkelerde(İtalya-Almanya vb.) sağın ve faşizmin iktidar olmasını sağlayan yükselişlerin ekonomik arka planını oluşturmuştu.
Dördüncü dersimize gelmiş bulunuyoruz:
Geldiğimiz aşamada emperyalist sistemi, ikili yüzüyle anlamak ve kabul etmemiz gerekiyor: bir yanda tekçi-tartışmasız-mutlak doğru-dogmatik olan feodal yüzü, diğer tarafta da cumhuriyetçi-insan hakları savunucusu-çevreci vb. güya demokratik yüzü. Bu da onun sıcak ve sahte ve de soğuk ve ürkütücü*** ikiyüzlü bir canavar olduğunu bize söylemektedir. İşte AfD gibi örgütler kapitalizmin yasal plandaki soğuk yüzünü oluşturuyorlar. Feodal şiddet içeren yasadışı yüzü ise; Irak işgalinde ki işkence ve insanlık dışı uygulamalarda, Vietnam işgalindeki vahşetlerde, Türkiye ve G. Amerika dâhil tüm geri bırakılmış ülkelerdeki dikta rejimlerin uygulamalarında vb. sayısız ülkedeki CIA operasyonlarında görebiliyoruz.
Sonuç olarak; Avrupa’daki sağın yükselmesini, yukarıda çizdiğim tabloya baktığımızda sadece birkaç kırmızı fırça vuruşu olarak okuyabiliriz. Peki, bu gelişmelere karşı ilgisiz mi kalacağız? Aksine bu gelişmeler bizi sadece radikal sağın değil, sonuçta emperyalist sistemin de deşifre edilmesi için önemli fırsatlar vermektedir. Tıpkı burada bu makalenin yazılmasına fırsat verdiği gibi! Elbette ki örgütlü ve birleşik bir direnişin tüm zorluğuna rağmen, yapılacak çok şey var. Dolayısıyla bu da ayrı bir yazı konusu olacak kadar önemli!
*Halkın Karaoğlan’ın, sonuçta gençleri cezaevinde kimyasal silahlarla katleden ‘Karayüz’e nasıl dönüştüğünü hepimiz yaşadık ve biliyoruz.
**Bugün dünyanın 20 küsur alanında bölgesel savaşlar oluyor. Bunlar emperyalistler arası savaşın kendisidir. Nükleer silahlar ile bir dünya savaşı imkânsızdır ve çıkarlarından başka bir şeyle ilgilenmeyen kapitalistlerin karşılıklı intihar etme eylemine gireceklerini öngörmek ve iddia etmek, aptallık olur sadece. Bu açıdan geldiğimiz aşamada, kapitalistler arası savaşlar sistemin zorunlu bir gereği olarak olacak fakat bunlar bölgesel, konvansiyonel ve kimyasal düzeyde kalacaktır.
***Bunun için; Alman Nazi İstihbarat Teşkilatının başı Yüzsüz general lakaplı Gehlen, 1946’larda CIA’ye katılıp, Gestaponun feodal dönemden farksız olan acımasız tüm işkence ve baskı mekanizmasını ve de SSCB’nin tüm gizli bilgilerini ABD’li yöneticilere aktardığını not etmemiz gerekiyor. Çünkü NATO üyesi ülkelerin gizli kontrgerilla örgütlenmesi dâhil tüm yasadışı kurumlar ve anlayışlarının mimarı bu Nazi generalidir.