Bu yazımda Avrupa kültürünün, göçmenler üzerindeki kültürel hegemonyası üzerinde duracağım.
Kültürel hegemonya kavramı, esas olarak Marksist filozof ve politikacı Antonio Gramsci tarafından öne sürülmüş ve geliştirilmiş bir kavramdır.
Günümüzde Antonio Gramsci'nin belirttiği kültürel hegemonyayı, Avrupa da yaşayan göçmenlere indirgersek. Bu konuyu ele aldığımızda, ekonomik belirlenimcilik yerine, siyasal teorisinde tarihsel ve kültürel öğelere önem veren yeni bir yaklaşımı sergilemek gerekecektir.
Kültürel hegemonya gibi kavramların günümüzde Avrupa kültürel değerlerin göçmenler üzerinde belirlenmesi ve onların kültürsel değerlerini yok saymak anlayışı hakimdir.
Hegemonya kültürel kavramı, zorlama ve güç kullanarak ilişki kurmanın ötesinde, benimseme ve kabulü meydana getirerek egemen olma ya da egemenliği sürdürmek anlamına gelir.
Kültürel hegemonya ya da kültürel egemenlik ise, bir ulus ya da kültürün, doğrudan ya da dünyadaki baskın konumu sayesinde, diğer kültürleri hem değerler hem de politik ve ekonomik konuların yönetimi açısından etkilediğini ifade eden bir fikir ya da kavram olarak tanımlana bilinir de.
Kültürel hegemonya fikri, günümüzde Avrupa'da hiç benimsenmediği söylense de sadece integrasyon-uyum sağlama olarak tarif edilip hegemonyasını göçmenler üzerinde yıllarca sürdürmekte ve kültürel hegemonyayı örtbas etmekdedir.
Bu anlayış, milliyetçi-ırkçı ve şoven bir anlayışın tamda kendisi olarak tarif edersek doğruları vurgularız.
Düşünüldüğünde uyum sağlama gibi gözükse de Avrupa kültürünün göçmenler üzerinde katmerli bir şekilde hegemonyasını sürdürdüğünü görmemek kör olmaktır.
Avrupa ülkelerini günümüzde, kültürel hegemonya fikrini benimseyen göçmenlerin kültürüne değer vermeyen ve aşağılayan ülkeler olarak tarif edersek, yanlış yapmamış oluruz.
Büyük ölçüde Avrupa devletlerinin sosyal yapısının değiştirilip benzeştirilmesi, öncelikle çok uluslu ögeyi kabul görmesine rağmen göçmenlerin kültürlerine karşı önyargılı milliyetçi-ırkçı bir tutum içinde oluna biliniyor.
Avrupa'daki Kültürel hegemonya etkisi, göçmenlerin kültürel öğelerini bastırma anlayışına sahip olmasına rağmen, olumsuz bir bakış açısı olarak görülmeyişi akıl almaz büyük bir olgudur.
Çok sinsi ve tehlikeli bir anlayışla, Avrupa kültürel hegemonyası, göçmenlerin kültürlerinin daha baskın olmaması adına ellerinden gelen ve onların varlığından hiç söz etmemek için uğraşı veriliyor.
Bu sinsi anlayışın maaşlı uygulayıcıları da göçmenleri yaşamış oldukları toplumlarda entegre etme adında haraket ederler.
Günümüz Avrupa'sında göçmenler üzerinde kendi kültürlerini baskın tutabilmek ve göçmen kültürlerini aşağıda tutabilmek için maaşlı Kültür uzmanları, büyük bir çaba içindeler. Bu maaşlı uzmanlar, kedilerince yeni kültürel teoriler icad edip, uydurdukları boş teoriler ile göçmenlere uyum sağlattıklarına inanırlar.
Avrupa kültürünün büyük şehirlerde toplumun üzerinde hâkim kılmak için birtakım çabalar ve yeni konseptler hazırlarlar.
Göçmen kültürünün baskın bir kültürün olmaması, gelişmemesi ve egemen olmaması için farklı Bizans hesaplarına baş vururlar.
Şöyle ki; göçmen kültürlerinin genellikle yerel kültürün önünde egemen olmaması için, farklı önlemler alınır ve bunu hiç çaktırmadan uygulamaya geçirirler.
Göçmen kültürünü günlük yaşama dahil etmemek için kendi hâkim kültürel çıkarlarını öne çıkartararak yaşamı devam ettirirler. İşin garip tarafı, günlük yemeklerinde Döner Pizza, Pealya veya Adana kebabını yerler.
Bu şekilde Avrupalı, kendi kültürünü yerel kültür egemen kılıp, sosyal yapıya dahil ederek, göçmen kültürünü aşağılayıp horlatırlar.
Bunlar da çok çeşitli yöntem ve metotlar ile göçmenleri kendi toplumlarına uyum sağlatıyoruz adı altında yapılır.
Gönüllü kültür alışverişi yönünde hiç önlem almadıkları gibi, öyle bir anlayışı da ret ederler.
Yahudi Filozofu Alain Finkelkraut derki: "Tüm bunlar Avrupa kültürü ve hegemonyası ise, kültürlerin gelişip üniversal yani dünyaca geçerli olan yönü nerde kalıyor?