Asım Bezirci yaşasaydı ne sorardı?

Gün 18 Haziran 1993. Hava güneşli ve güzel. Türkiye’nin tanınmış yazarlarından olan ve yüreği hep halkı için çarpan Can Yücel ve Asım Bezirci'yle birlikte Tiyatro sanatçılarından güzelliği kadar, kibarlığı ve halkından yana tavrıyla tanıdığımız Gülseren Tuncer Hanım, İstanbul'un Profesyonal sanatçılarına taş çıkartan ''amatör'' sanatçı Mehmet Esatoğlu ve Evrensel Kültür Dergisi'nden Meral Gündoğdu Duisburg kentinde Günter Wallraff Vakfı'nda olacaklardı. 

DİDF (Demokratik İşçi Dernekleri Federesyonu) başkanı Mehmet Çallı dostumun ricası ile misafirleri ve burada yaşayan sanatçılarımızı ben tanıtacaktım. Akşam yemeğininden önce bir açılış konuşması yapacaktım. Onun heyecanını günlerce önceden yaşamaya başladım. Asım Bezirci ve Can Yücel'i Nisan da Köln'de yapılan bir Kültür gecesinde tanımıştım ve iki geceyi birlikte geçirmiştik. Onlarla tanışıklığımız, bu toplantıda bir açılış konuşması yapma heyecanından beni kurtaramamıştı.

Bu toplantının iki amacı vardı:
1. Türkiye'den gelen sanatçılarla Almanya da yaşayan sanatçıları bir araya getirmek.
2. Evrensel Kültür Dergisi'nin Almanya'da yaşayan yazar, çizer ve dil bilen ve kültürel çalışmalara yakınlık duyan aydınlarlarla bağ kurabilmesi.

Oysa burada yaşayan yazarların büyük bir kısmının, bu dergi çıkmadan önce haberleri olmuş ve bu dergiyi destekleyeceklerini belirtmişlerdi. Bu toplantıda Evrensel Kültür den beklentiler dile getirildi. ''Yurtdışında yaşayan sanatçılara Türkiye'deki yayın çevrelerinin de Türkiye eğemen güçlerinin baktığı gözlükle baktığı'' dile getirildi. Her iki ülkede yaşanan zorluklardan söz edidi. 

Asım Bezirci anlatılanları dikkatle dinledi. Notlar aldı. Sonra konuşmasına şöyle başladı:

''Sosyalist ülkelerin bir bir dağılmasıyla, vahşi kapitalizmin çılgın bir at gibi tırısa kalktığı, güzel olan tüm değerleri silip götürdüğü bu ortamda kuşkularınızda haklısınız. Ama kapıtalizmin pisliklerinin halen sürülmediği, kirletemediği, güçler, gruplar, bireyler de var. Onlar bir araya gelmeli. Ahlaksızlığın, sömürünün, adaletsizliğin, zorbalığın kısacsı her türlü kötülüğün ve haksızlığın karşısına dikilmeliler. Vahşi kapitalizmin estirdiği ahlaksız fırtananın önünde, diz çökmemeli onurlu insanlarımız....

Bana bu derginin çıkarılması için söz açıldığında tereddütlerim vardı. İlkbaşta uzak durdum. İlk sayısını elime aldığımda elimde parlayan pırıl pırıl bir kır çiçeği gibiydi. Şaşırdım. Kendim, ayağımla ona gittim. Sizlerin gönderdiklerinize yanıt verilmemesi elbette bir eksikliktir. Başka kusurları da var belki. Bakın belki diyorum. Ama yönünü tamamen ışığa çevirmiş. Türkiye'nin karanlığında ezilen halk için, onun aydınları için geleceği aydınlatmaya çalışan bir derği var şimdi ellerimizde.

Evrensel Kültür'de ben de yazdığım için titizlikle inceliyorum. Ben de yer yer eksikliklerini söylüyorum. Benim gibi Nüfus Kağıdı eskimiş olanlar için o karınca gibi küçücük harflerle silme doldurulmuş sayfaları okumak zor. Ben okurken zorluk çekiyorum. Yorgun argın işinde dönen işçiler de zorluk çekiyorlardır. Bu kuşkum hep olmuştur. Dilerim ki yanılmış olayım. Bu teknik bir sorun giderilmesi de çok kolaydır. Dergiden bir tek yazı çıkarılsa veya bir kaç sayfa eklense bu zorluk ortadan kalkar. Ben özellikle bu derginin toparlayıcı olmasını istiyorum. Türkiye de şu ana kadar Evrensel Kültür Dergisi'nde yazan şair ve yazarların dışında kalan, ama Evrensel'in çizgisine yakın, en azından devrimci, sosyalist dünya görüşüne bağlı başka yazarlar ve çizerler de var. 12 Eylül Darbesi belki bunları darı taneleri gibi dört bir yana savurdu. Ama Evrensel Kültür'ün görevlerinden biri de bunları topralamak olmalıdır ve bunun için çaba göstermelidir diye düşünüyorum. Meral'in dediği ğibi dergi bu alanda çaba veriyor. Ama ben bu çabanın dahada açılması gerektiği, inancındayım.   

Benim takıldığım bir başka nokta, dergide yer alan yazıların düzeyi. Bazı yazılar fazla akademik. Hepsi için aynı şeyi söylemiyeceğim, ama anlatımlar genellikle entellektüelce. Bu dil değişmeli, halka daha açık, okuyanlara daha açık olmalı. Özellikle yazıların içeriğinin anlaşılır, açık ve seçik olmasını bekliyorum. Bu açık ve seçiklik, basitleşme, içeriksizleşme anlamında değildir. Aranan olmayı amaçlamaktadır. Örneğin Nazım Hikmet bir aydındır. Ama onun şiirini entellektüel olan da, işçi olan da okuduğunda anlıyor, içeriğini kavrıyor. Bir derginin yaşayabilmesi için, daha geniş çevreye açılması ve yalınlaşması gerekir. Bunu bu dergiden de bekliyorum. Ben dergiyi beğeniyorum. Seviyorum. Ona katkıda bulunmaya çalışıyorum. Katkılarımın yeterli olduğunu sanmıyorum. Önceden üstlendiğim, çok başka işlerim de var. Onları da yürütmek zorundayım. Bu nedenle yeterince derğiye yardım edemiyorum. Bu konuda eleştirilirsem, beni eleştireceklere şimdiden hak veriyorum. İşlerim hafifleşirse, oradan artan zamanımı da severek dergiye vereceğim.

Biraz önce Can (Yücel) yoldaşım önemli bir konuya değindi. Bence de Dergi Almanya'da yaşayan şair ve yazar kardeşlerimizle sıkı bir ilişki kurmalıdır. Almanya da çok değerli şair, yazar ve ressam arkadaşlarımız var. Ne yazık ki Evrensel'in burada yaşayan ve sanatla uğraşan kardeşlerimiz arasında bir bağı yok. Bu sıkı olmayan bağ pekiştirilmelidir. Yalnız bu gün burada bizimle bir araya gelen arkadaşlarımızla değil buraya bu gün gelmeyen veya gelemeyenlerle de sıkı bir bağ kurmayı amaçlamalıdır. Burada yazan ve çizen kardeşlerimizin ürünleri ne yazık ki, ülkemizde tanınmıyor, tanıtılmıyor. Bu eksikliği bu dergi, gidermeyi amaçlamalı ve bu konuda da ona önemli bir görev düştüğüne inanıyorum.   

Evrensel Dergisi'nde çalışan arkadaşlarımız, şimdi çok özverililer. Bunu iltifat olsun diye söylemiyorum. Çünkü bu kadro hem Evrensel'de, hem Gerçek'te, hem de Özgürlük Dünyası'nda yazıyor. Ayrıca teknik işleriyle uğraşıyorlar. Bu kadar işin altından kalkmak hiçte kolay değil. Ben bir çok dergide çalıştım. Mutfaklarında bulundum. O nedenle rahatlıkla söyleyebilirim ki aylık ve haftalık dergi çıkarmak oldukça zor bir iştir. Emin olun, kitap çıkarmaktan daha zordur. Bu bakımdan arkadaşlarımın çabasını saygı ile karşılıyorum. Ama bütün bu işlerin sadece bir kaç insanın omuzunda kalması birazcıkta haksızlık oluyor.   

Ben Fransa ve İngiltere de yaşayan arkadaşlarıma söyledim. Burada da söylüyorum. Aranızda dil bilenler var. Bu ülkelerin sanatçı ve aydınlarının yazılarını izliyorlar. Burada ortaya çıkan sosyalist kültürün, devrimci kültürün ürünlerini ve teorik yapıtlarını izlemeli ve onları dergiye aktararak yardımcı olmalılar. Dergi yalnız bir kaç kişinin çabasına dayanmamalı. Derginin sayfaları burada yaşayan kardeşlerimizin şiirlerine, yazılarına, haberlerine, çizgilerine açık olduğuna inanıyorum. Bir dergiyi dışardan eleştirmek çok kolay, fakat bir dergiyi düzenli çıkarmak çok zor bir iştir. Bu zorluğu omuzlayan arkadaşlarımza yardımcı olmanızı ve ürünlerinizle katkıda bulunmanızı istiyorum...''   

Bu ara, herkes geçen yıl Sivas'ın Madımak Oteli'nde Şeriatçıların katliamının kurbanı olan 37 masum insanımız dan söz ederken, ben neden Asım Bezirci'nin bu konuşmasını seçtim? Çünkü Asım Bezirci söz ettiğim toplantıdan bir gün sonra  Köln'deki NAZIM HİKMET Panelinde, şimdiye kadar Türkiye siyasi erklerinin ve egemen güçlerinin, hiçbir zaman halktan yana sanatçılarla arasının iyi olmadığını vurguladı. Halktan yana sanatçılar hiç bir zaman yargılanmaktan, baskıdan ve ortadan kaldırılmak tehlikesinden kurtulamadıklarını anlattı. En güzel örnek olarak Nesimi, Pir Sultan, Namık Kemal, Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Yılmaz Güney, İsmail Beşikçi'yi bir kaç örnek olarak sundu. Köln'de kitaplarını imzalarken de sohbet ettik. Orada tekrar  ''Türkiye' de çıkan ve ulusal sınırları aşan ve evrensel bir boyuta varan bir dergiye ihtiyaç var. Bu, sınıf mücadelesine evrensel bir geniş bakışı da kazandırır. Bunun gerçekleşmesi için bu ülkelerde yaşayan dil bilen kardeşlerimin sesime kulak vermesini bekliyorum. Bu konuda Evrensel Dergisi'nin desteklenmesi için çabalarınızı bekliyorum'' dedi... 

''Vahşi kapitalizmin estirdiği ahlaksızlıktan, bireycilikten, kişisel çıkarlardan, bu derginin başındakiler, kendilerini koruyabilecekler mi; ayrıca sayfalarını gerçekten kendilerinden başkalarına açacaklar mı?'' sorusunu yönelttim.

''Her zaman kuşku iyi olmuyor Molla Can'' dedi. Yanaklarımdan öptü ve eşim Sakine'den Can Yücel için ördüğü kazağın aynısını istedi. Ayrılırken kucaklaştık.   

Asım Bezirci yaşasaydı acaba o konuşmamız için bu gün ne derdi? Asım Bezirci ve hümanizmin diğer 34 kurbanını anmak, ancak önce kendinden başlayarak vahşi kapitalizmin estirdiği her türlü ahlaksızlığa karşı, insana yaraşmayan davranışlara karşı savaşımla, mümkündür. Kendisi adaletli olmayanlar, başkalarıyla kardeşçe yaşamayı beceremeyenler, başkalarına da kardeşlik duygusu veremezler. Vermeye kalktıklarından yüzlerine gözlerine bulaştırırlar.....

Eğer ne zaman kapıtalizmin pisliklerinin halen sürülmediği, kirletemediği, güçler, gruplar, bireyler  bir araya gelirse; ahlaksızlığın, sömürünün, adaletsizliğin, zorbalığın kısacası her türlü kötülüğün ve haksızlığın karşısına dikililerlerse ve sanatsal, kültürel çalışmalar ulusal sınırları aşarak everenselleşecek düzeye getirilinebilinirse Asım Bezirci, Metin Altıok, Behçat Sefa Aysan, Hasret Gültekin, Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu ve diğer şehitlerimizin mezarında karanfiller boy verir. Şeriatçılar, gericiler bir bir kentleri, köyleri ele geçirirken, onların yönetim ve baskılarına  karşı kardeşlikten yana olan bizler neden susuyoruz? Bu pis savaşa karşı hepimize görev düştüğünün bilincinde değil miyiz?  
  
Bu yazı fotoğraflarla Temmuz 1994 Gerçek Dergisi’nin, 15. Sayısında ve daha sonra Molla Demirel’in “İki Kanaldan Beslenen Edebiyat” adlı eserinden yer aldı. O günen bu yana çok şey yazıldı. Çok şey konuşuldu. kapıtalizmin pisliklerinin halen sürülmediği, kirletemediği, güçler, guruplar, bireyler  bir araya gelemedikleri için bugün ülke sadece yoksulluk ve kaos içinde değildir. Daha korkuncu ateş çemberi içindedir.

Asım Bezirci yaşasaydı inanıyorum ki şunu sorardı: 
”Sivas şehitlerini anarken bireysel ego ve çıkarlarımızı elimizin tersiyle iterek ülkenin ve halkın çıkarı için asgaride birleşmek için söz verebiliyor muyuz?” Kürt vatandaşlarımızın yoğunlukta yaşadığı il ve ilçelerin Belediye başkanların görevlerinden alınması, tutuklanmsı,  Başta Kürtler olmak üzere Türkiye'de yaşayan tüm azınlıklarla Türklerin, tüm inançların eşitliğini isteyen politikacıların Mecliste alınarak tutuklanmasının ve Süriye’ye de sürdürülen bu saavaş politikası Türkiye’yi parçalamaya doğru sürüklediğini anlamayacak mıyız?

Sivas’ta şehit olanların anıları önünde saygı ile eğiliyor  ve ülkemizde bir daha bu tür acıların yaşanmamasını diliyorum...

Temmuz 2020