Geçtiğimiz günlerde Turgut Öker’le yapılan bir röportaj şu başlıklarla yayınlandı: “Alevi Hareketi Örgütlenme Modeli Bakımından Sona Geldi”, “Alevi Örgütlenmesi taklit, cemler tiyatroya dönüştü”, “Alevi Hareket’nin mevcut haliyle yaşama şansı yok”. Ve bu başlıklar altında Turgut Öker; “sendika tüzüklerini alıp, Türkçe’ye çevirip bir inanç kurumuna uyarlamaktan, bunun yarattığı şekilsizlikten” bahsetmekteydi.
Bu yazımın konusu AABF değil. Ancak AABF, son 20 yıllık deneylerin, hukuki döngülerin, yasal değişikliklerin muhatabı ve “başarılı bir kobayı” olduğu için, örnek olarak bu kurumu vermekten kaçınmayacağım.
Bu deney, inanç kurumu olmayan tüm federasyonların da-birliklerin de aynı laboratuvara alınmak istendiği bir hukuki gelecek!
Bu ülkenin, kendi içerisindeki kurumlar da bu hukuki geleceği göğüslemek zorunda kaldılar-kalacaklar! Nazi Rejimi Tarafından Takibedilenler ve Antifaşistler Birliği (VVN-BdA)’nin; Dernekler Yasası’nın belirli paragrafları gerekçe gösterilerek, “kamu yararına bir kuruluş olma özelliği taşımamaktadır” denilerek, önce politik gerekçeler sonra da ekonomik gerekçeler sunularak fiili olarak faaliyetler yürütmesinin durdurulması, ya da MLPD’nin Ernst Thälmann’ın anıtı başında anma yapmasının “politik sembol haline getirilmesi” gerekçe gösterilerek bir mahkeme konusu olabilmesi; bu anlamda 2019’da yaşanan gelişmelere sadece birer örnek....
***
Son yıllarda AfD tarafından Şehir Meclisleri’ne sunulan, yabancılarla ilgili yasa önergelerinin çoğu; CDU- BÜNDNIS90-Die Grünen koalisyon hükümetleri olan eyaletlerde direk CDU-BÜNDNIS90-Die Grünen yasa önergeleri olarak sunuldu. Diğer eyaletlerde ise FDP’nin dahi çekimser kaldığı yasa önergeleri CDU ve BÜNDNIS90-Die Grünen Fraksiyonu’nun tam desteğiyle Eyalet Parlamentoları’na yasa önergesi olarak sunuldu. Yani AfD karşıtları, AfD’nin dile getirdiklerini çoktan kendi yasa önergeleri haline getirdiler bile. Hatta yasa önergelerinin çoğu artık birer yasa!!! (Bunlara belki ileride yeri geldikçe değinirim....).
Seçme ve seçilme hakkı olmayan yabancıların, kendi “Yabancılar Meclisi”ni (Ausländerbeirat) seçme hakları kalan tek eyalet Hessen Eyaleti’ydi. Bu eyalette de AfD’nin Şehir Meclisleri’nde bangır bangır haykırdığı “kapatın” çağrıları, Hessen CDU- BÜNDNIS90-Die Grünen Koalisyon Hükümeti’nin 2020’de görüşülmek üzere hazırladığı bir yasa tasarısında cisimleşti. (Yabancılar Meclisi olarak anılan kurumun, kuruluşundan itibaren yapısal sorunları olduğu bir gerçeklik. Ancak, önerge verme hakkını bile yaklaşık on yıl önce edinebilen bir kurumun yapısal sorunları olmaması mümkün mü?)
Tüm bu olanlar hakkında, Die Linke hariç hiçbir parti basın açıklaması yapmadı. Diğer partiler; “Yabancılara Seçme-Seçilme Hakkı Verilsin” kuru söylemlerini sürekli önergelerine eklerlerken, iltica yasalarındaki değişiklikler çoktan başını alıp gitti. Uyum yasalarındaki değişiklikler ise çoktan nihayetlendirildi.
***
Vatandaşlığa ilişkin yasaların biçildikçe biçildiği şu asırda “Seçme-Seçilme Hakkı”nın talep edilmesi, bir sivrisinek vızıltısı gibi kaldı. Tren çoktan kaçtı! Bu talepte ısrar etmekte çok geç kalındı!
Kısacası yıllar önce atılan temeller üzerinde yükselen “göçmenler ülkesi” binası; son 20 yılda sistemli projelerle mükemmel bir şekilde inşa edildi. Ve kurumlara; “ya bu inşaat içerisinde bizim kurallarımıza göre yaşarsın, ya da sokakta kalırsın”ı dayatan dernekler-federasyonlar-birlikler ve bunların bağlı olacağı belediye komisyonları sisteminin yeraldığı yasaların çoğu belirginleştirildi. Yasa tasarılarının önemli bir kısmı ise 2019’un son aylarında sunuldu ve 2020’de kararlaştırılmaları beklenmekte. (Bu yasalara da, gerekirse ileride yeri geldikçe değinmem daha doğru olacak...)
***
Son 15-20 yıl içerisinde Almanya’daki kurumlara yönelik neler gerçekleştirildi, bu güne nasıl gelindi, “Federasyon-Birlik” çatısı altındaki kurumların önünde nasıl kayalar durmakta? Bütün bu sorular yanıtlandığında bile, açıkça belirtmek gerekir ki: TREN ÇOKTAN KAÇTI. Yani bazı şeyleri değiştirme şansı kalmadı. ANCAK TÜM BUNLARI BİR FARKINDALIKLA KARŞILAMAK İÇİN DE ÇOK GEÇ DEĞİL!
Üzülerek belirtmek zorundayım: Eğer bunları farketmemekte, üç maymunları oynamakta direnirsek, Türkiye tarihinde gerçekleşen katliamlara-soykırımlara, memleketimizdeki bazı gelişmelere karşı ortak ses çıkarışımız da; bu ülkede gaspedilen haklarımızdan bihaber şekilde yapılan birer sokak tiyatrosunun ötesine geçmeyecek! Koca bir tarih farkındalıkla yazılmadan, farkedilmeden depreme uğrayacak. Depremler sonrasının nelere gebe olduğunu ise hepimiz biliriz...
***
-Yaklaşık 15 yıl önce bazı derneklerin üyelerine, yürüyüşlerde pankartlar taşıdıkları gerekçesiyle Alman vatandaşlığı verilmemeye başlandı. Bu süreç AABF’nin, dernek mekânlarını satın alma kampanyalarına başladığı bir süreçti. Alman vatandaşlığı verilmeyen birçok insan AABF çatısı altındaki derneklere üye olmaya başladı ve istisnasız hepsi vatandaşlık alabildi.
-Ardından belediyelerle ortak yapılan en basit kültürel etkinliklerde dahi, ya da 18 Aralık Dünya Göçmenler Günü etkinliklerinde dahi: “Artık sürgün politikası duymak istemiyoruz. Ülkenizdeki gelişmeleri, kendi dernek çatılarınız altında işleyebilirsiniz. Artık bu ülkedesiniz ve “uyum” projeleri kapsamında her şeye açığız” yönlü konuşmalar yapılmaya başlanıldı. FİLM, TİYATRO, KONSER GİBİ İYİ HAZIRLANMIŞ SANATSAL ETKİNLİKLERE İZİN VERİLMEYE BAŞLANILDI. Tabii ki çok kültürlü bir ülkede, kültürel bir yasaklama tedbiri uygulanmayacaktı!
-“Menschen mit Migrationshintergrund” yani “Göçmen Kökenli İnsanlar” kavramı literatüre yerleştirildi. Almanca kurslarından tutalım da, politikacıların konuşmalarına dek bu tabir; dildeki resmi bir vurgu haline getirildi. Ancak bu kavram, resmi istatistiki bilgilere dahi gölgesi düşmeyen bir kavram olarak bırakıldı. Almanya çapındaki resmi istatistiki bilgilere baktığınızda, ancak “ausländische” diye bir ön ek yazarsanız bu bilgilere tam olarak ulaşabilirsiniz. “Menschen mit Migrationshintergrund” kapsamındaki insanların istatistiki verilerine ulaşmanız; ha o henüz mümkün değil! Böylesi itirazlar yapıldıktan sonra, Alman vatandaşı olan yabancılar bu kapsamdaki istatistiki bilgilerde veri tabanında görülebilir hale getirilebildi. Bu da sadece, “adet yerini bulsun” minvalinde yapılabildi. Yani kaç anaokulu çocuğu, kaç liseli, kaç üniversite mezunu, kaç memur, kaç kadın-erkek vb. gibi tam istatistiki verilere ulaşmanız için dahi “ausländische” ön ekini eklemelisiniz!
-2001 yılında başlatılan “Interreligiöser Dialog”, “İnançlararası Diyalog” projesi kapsamında; hangi inançların bu projede yeralması gerektiği belirlendi.
“İnançlararası Diyalog”un 2018’deki 4. oturumu gerçekleştirildiğine, artık bu proje ete-kemiğe bürünmüş oldu. Gerçekleştirilen İslam Konferansları, bu konferanslara katılan kurumlar, bu konferanslara çağrılan Türkiyeli yazarlar, sosyologlar, sanatçılar vd., ardından toplu-resmi olarak kutlanılan Ramazan Bayramları, Noel Bayramları vd. , yani bütün bunlar: Yaklaşık 20 yıldır aralıksız sürdürülen çalışmaların kamuoyuna sunulan meyveleriydi. “Uyum kabiliyeti” gösterebilmiş kurum ve kişilerin, devletin en yetkin makamlarında ağırlanma onuruna ulaşabildiklerinin ispatıydı!!!
İslam Camiası en uyumsuz olandı. Başta bu projelere en iyi yanıt veren kurum Ahmadiyya Muslim Cemaati’ydi (Almanya’daki bileşimi ağırlıklı olarak Pakistanlılar’dan oluşan, ABD’den İngiltere’ye örgütlü olan bir cemaat). Bu cemaatle üniversitelerde akademik çalışmalar yapılmaya başlanıldı. Pilot çalışmalar gerçekleştirildi.
Türkiyeli Camiler’den bu yönlü yeterli randıman alınamadıysa da, camilerle ortak sayısız proje yürütüldü. “Almanca bilmeyen imamlar camide ibadet yaptıramaz” biçimindeki kaba açıklamalar; İslam Konferansları’nda sunulan-uyulması gereken çerçevenin sadece bir kısmıydı.
Aleviler’le olan çalışmalar, etki-tepki aşaması incelenerek bir rotaya sokuldu.
Hedef sürekli açıklandı: “Bu ülkede, bu ülkede akademik eğitim almamış olan dini eğitmenlere izin vermeyeceğiz. Almanya’daki üniversitelerde de İslam Bilimleri Bölümü var. Bu bölümlerin mezunu olan insanlarınız, gelip kendi kurumunda eğitim verebilir.”
Ve böylece AABF’ye bağlı derneklerde “Alevilik Dersleri Verilmesi” yönlü önergeler yasallaştı. Ders veren alevi arkadaşlar, buralardaki üniversitelerden İslam Bilimleri Bölümü diploması almış ve devlete nasıl ders vereceklerinin tezini sunmuş insanlardı.
“Derneklerimizde çocuklarımıza alevi inancını öğretme hakkını kazandık” söylemlerinin aslı buydu. Emek veren gencecik yüreklere ve ağırlıklı olarak gece gündüz çalışan kadın emekçilere haksızlık yapmaktan çekinerek, daha fazlasını dile getirmemeyi tercih ediyorum... Bizzat bu kurumun başından-sonuna kadar bir öznesi olan ve asla üç maymunları oynamayı tercih etmeyen Turgut Öker’in röportajının okunmasını önermenin ötesine geçmemeyi tercih ediyorum.
***
Bütün bu olanlar, Almanya’daki “Federasyon-Birlik” çatısı altında faaliyet gösteren kurumların hepsine yönelik bir projeydi. Yasal düzenlemeler, pratik adımlar önemli oranda tamamlandı.
Belirtmekte fayda var; bu proje sadece Türkiyeliler’e yönelik değildi. Eritreliler, Latin Amerikalılar, İranlılar... daha nice ülkeden gelip burada kurumsallaşmaya gitmiş insan toplulukları, bu saldırılardan nasiplerini aldılar. Ve ağırlıklı bir bölümü; “inşa edilen binanın içerisinde uyumlu yaşama” direktiflerine uygun şekillenmelere gittiler. Özleri şekil içerisinde çoktan rehabilite edildi bile!!!!
Bütün bu adımlar nihayetlendirilmişken, yani neredeyse 20 yıllık bir proje adım adım gerçekleştirilmişken; 2020 İTİBARİYLE SIRA KİMLERE GELECEK???
Bunu tahmin etmek için müneccim olmak gerekmiyor ve bütün bunlar dünyadaki gelişmelerden bağımsız değil. Kaldı ki olacakları şimdiden öngörsek dahi bunları değiştirebilmek için vakit çok geç:
ANCAK OLABİLECEKLERİ BİR FARKINDALIKLA GÖĞÜSLEMENİN TAM ZAMANI! BİR FARKINDALIKLA OKUMANIN, YAZMANIN, GÖĞÜSLEMENİN; ÜÇ MAYMUNLARI OYNAMAMANIN TAM ZAMANI! ÇÜNKÜ ÖNÜMÜZDEKİ YILLAR, “ÖZÜ-SÖZÜ BİR” NİTELİĞİYLE YÜRÜMENİN ÇOK DAHA FAZLA ZORLAŞACAĞI YILLAR OLACAK!