Sanayileşme eşiğini atlayarak aydınlanmayı ve uluslaşmayı tam anlamıyla yaşayamamış Almanya, İspanya ve Portekiz aslında 18. yüzyıl içinde feodalizmin Avrupa’da ki temsilcileriydiler. Almanya’da ki bugün radikal sağ denilen milliyetçi ve faşist hareketin yükselişini anlayabilmek için, onun tarihsel sürecini üç(3) bölümde ele almak gerekiyor.
Birinci dönem; Martin Luther’in adlı din adamının 1517’de Katolik Kilisesine karşı 95 maddelik protesto bildirisiyle başlar. Bu protesto, diğer Katolik ülkelerde örneğin Fransa, İspanya, İngiltere, Portekiz ve diğerlerinde yapılamazken bunun Almanya’da olmasının nedeni; Rönesans’ın İtalya’da ortaya çıkmasını sağlayan siyasi koşulların, Almanya’da da olmasındandır. Bu koşul, güçlü-merkezi siyasi yapılanmanın olmamasıyla yakından ilgilidir. İtalya da irili ufaklı 300 e yakın şehir devleti varken, Almanya’da da 36 feodal devlet vardı. Luther bu protestoyu İspanya ve Fransa’da yapsaydı kesin öldürülürdü. Ama Almanya’da onu koruyan ve destekleyen siyasi gücü olan bir Saksonya Dükü vardı.
Bu dönem 1862 yılına kadar devam eder. Fakat 30 yıl (1618-1648) savaşları adı verilen kavga, Almanya’yı( o dönemde ki Prusya’yı) feodal karanlığa daha da gömmüştür. Çünkü bu savaş din kavgası gibi gözükse de(Katolik-Protestan) aslında burjuvazi ve feodalizmin kavgasıydı. Burjuvazi yani Protestanlar yenilmişlerdi. Fakat aynı yıllarda İngiltere de ise, burjuvazi yani Protestanlar, Katolik kralın kellesini kesecek derecede güçlenmişlerdi. Almanya’da da tam aksi olarak, önce feodal prenslikler güçlenmiş ve kurumlaşmış, bilimsel gelişmelere, keşiflere(Amerika vb.) katılmayarak merkezi bir sermayenin oluşması yaratılamamış ve de sanayileşme sürecine girilememişti. Sanayileşme ve merkezileşme adımları 19.Yüzyılın ikinci döneminde başlamış fakat geç kalınmıştır.
İkinci dönem; 1862 de Otto Von Bismarck ile başladı diyebiliriz. Kral tarafından 1862’de Başbakan olarak atanan Bismarck, büyük sorunları ‘kan ve kılıçla’ çözmeyi hedefleyen bir yarı feodal, yarı burjuva bir siyasetçidir. Tam anlamıyla dönemin, hatta 1945’lere kadar sürecek olan Almanya tarihi kesitinin tipik bir temsilcisi ve öncüsüdür. Monarşi ve burjuvazinin muhteşem bir bileşkesi olan bir Junkerdir(Büyük toprak sahibi). Alman burjuvazinin sosyal devlet, milliyetçilik, geçmiş soyluluğa sadakat vb. tüm değerlerini şahsında toplamış bir Alman muktediridir. Lutherci olmasına rağmen ilerici değildir. O, sanayinin gelişmesi için çaba harcamasına rağmen, parlamentoyu lağveden, anti sosyalist yasayı çıkartan ve Kraldan başka güç tanımam diyen feodal bir gericidir. Almanya’nın anti demokratik ulusal birliği için savaşlar yapan ırkçılığın ve Hitler’in fikir babasıdır. İşçi sınıfına ve temsilcilerine ‘devletle uzlaştığınız oranda size destek vereceğim’ diyen anti demokratik sosyal devletçidir. Özetle o, Almanya’nın ruhu ve aynasıdır.
Emperyalist sistem içinde geri kalmışlık yaşayan Almanya, kapitalizmin 'eşitsiz gelişme yasasına' bağlı olarak, paylaşım için atağa geçmiştir. Birinci paylaşım (dünya ) savaşın da Alman Sosyal-Demokrat Parti Yönetimi, kendi egemenlerini destekleyerek, emperyalist savaşı vatan edebiyatıyla savunmuştur. Ülke ağır bir yenilgi almış ve Milliyetçilik, ‘sosyalistlerin’ desteğiyle atağa geçerek 1919 yılındaki Proletaryanın devrimini boğmuştur. Milliyetçilik, 1930’lar da eğer ırkçılığa dönüşmüşse, bunun arkasında öznel olarak toplumun bütün katmanlarına sinmiş feodal kültür yani tekçilik, biat anlayışı ve cahillik yatar. Bu açıdan radikal dincilerle ırkçılar arasında özünde hiçbir fark olmadığını Hitler iktidarı bize göstermiştir. İki akımda, düşünceye, burjuva kültüre, çok renkliliğe ve sevgiye düşmandır. Tabi ikisi de çalışma tarzı olarak terörü kullanmışlardır. 1930’lara damgasını vuran Nazizm, II. Paylaşım savaşının başlatıcısı olarak, tüm insanlığa soy kırım uygulamıştır. Böylesine insanlık dışı ve kabul edilemez bir anlayışın arka planında nesnel olarak; toplumun burjuva devrim sürecinden geçerek seküler yaşam, vatandaşlık, cumhuriyet, insan hakları, bilimsellik vb. aydınlanma sürecini yaşayamamış olması yatmaktadır.
Bu dönem, 1945 yılında ki Nazizm’in yenilgisine kadar devam eder. Bu tarihi evre, GEÇ KALMIŞ ULUSLAŞMA sürecinin Almanya’da ki hikâyesini oluşturur. Aslında dönem, sanayileşemeyen, dolayısıyla aydınlanmayı yaşayamayan tüm ulusların başına gelen felaketlerin, büyük trajedinin de hikâyesidir.
Üçüncü dönem; Almanya’nın 1946 yılı sonrasını ve bugününü içerir. Geçmişte aydınlanma sürecini tam anlamıyla yaşamamış bir toplumun, milyonlarca insanın ölümüne neden olan siyasi vahşetin sonuçlarıyla yüzleşerek, kendisini eğitmeye başladığını görüyoruz. Bu eğitim, zorlukları, engelleri mücadele ederek aşma, sorunlarla yüz yüze kalıp onları çözmeyi içeren aydınlanma süreciyle değil, tamamen, yaşanan vahşetten ürkmenin, paniklemenin, kendini sorumlu hissetmenin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Örneğin eğer siz, kendini beğenmiş biri olarak, herhangi bir nedenle, güvenlik güçlerinin ağır baskı ve işkencelerini yaşayan arkadaş ve yoldaşlarınızın bir vahşetine tanık olmuşsanız, bundan ciddi şekilde etkilenecek ve insanlara bakışınız bir dönem için değişecektir. Fakat zamanla bu etkiden kurtulacak ve eski kendini beğenmiş, gururlu davranışınıza dönmeniz, eğer kendinizi aydınlanma süreci içinde eğitmezseniz kaçınılmaz olacaktır. Çünkü zorluklarla mücadele ederek, sorunları çözerek iyileştirmeler yapmadığınız ve de bu acıları, bilgileri tüm ruhunuza nakşedecek bir süreci yaşayıp kültürel düzeyinizi yükseltmediğiniz için, yaşadığınız şok, bir müddet sonra geçecek ve eski halinize döneceksinizdir. Tıpkı 2023-24 Almanya’sındaki neo Nazi hareketin yükselişine tanık olduğumuz gibi. Bu açıdan Almanya, kendini içsel olarak eğitecek araçlardan kendini uzak tutmaktadır. Bunun bedelini insanlık yine ağır ödeyecektir.
Almanya’nın bugünkü analizi:
- Bugün Almanya’da sadece faşizm sendromundan dolayı uygulanan bir sosyal devlet anlayışı hâkimdir. Bu ise, içselleştirilmeyen bir sosyalliktir.
- Alman halkı arasında sosyal ilişkiler olağanüstü zayıftır. Ve giderek daha da azalmaktadır.
- Doğu Almanya’da ki sosyalizm, en az Hitler olayı kadar toplumu olumsuz etkilemiştir. Bugün gericiliğin sessiz çoğunluğunu antikomünizm oluşturmaktadır.
- Almanya’da çevreciliğin ve doğallığın popüler olmasının tarihsel arka planı vardır. Aydınlanma karşıtı düşüncenin çıkış noktalarından biri de doğallık, yalınlık güdüsüdür. Romantizmin, milliyetçiliğe ve ırkçılığa evrilmesinde ki bu düşünsel serüven, geçmişte bu toplumun genlerine işlemişti. Çevrecilik hareketi sosyalleşmeye çalışıyor olsa bile, kapitalizm koşulları bunun içselleştirilmesini önlemektedir. Eğer bugün Yeşiller’in iktidara ortak olduğu ülkede ve eyaletlerde sorunlar yaşanıyorsa bunlar tesadüf değildir. İnsana yönelik içten, demokratik ve komünal bir kültür yoksa insanlığın varacağı yer, köpeğine özenle bakanların, komşusunun sorunlarına karşı tümden duyarsız ama güler yüzlü yeni tiplerin olduğu bir toplum olacaktır.
- Bu toplum, emperyalist-kapitalist sistemde ısrar ettiği ve de sosyalliği, toplumun içselleştirmesini sağlayacak demokratik adımlarla geliştirmediği müddetçe ve her hangi bir kriz anında, fabrika ayarlarına( faşizme) dönmesi kaçınılmazdır. Bunun için en iyi zaman, eğer derin bir kriz gerçekleşirse, 1933-1945 vahşetinin canlı hatıralarının, insancıl ve sosyal kurumsal çaba ve izlerinin silineceği, bir zaman aralığını bekleyen önümüzdeki dönem olacaktır.
- Bugün Almanya Yönetimi faşizmi, komünizmle bir ve aynı görmektedir. Bunun öncelikli nedeni Doğu Almanya deneyimi ve 1919 da çok kısa da olsa iktidara çıkan Alman devriminin korkutan gücüdür. Bu tarihsel baskıdan kurtulması gerekmektedir.
NELER YAPILABİLİR?
1950’lerde Komünist Partinin yasaklandığı bu ülkede, faşizmi önlemenin yolu:
Birincisi, Doğu Almanya’da komünizmin uygulanmadığını, orada vahşi sosyal kapitalizmin hüküm sürdüğünü kitlelere anlatabilmekten; ikincisi, Marx ve Engels’in öğretilerine Alman emekçilerinin dönmesini sağlamaktan ve üçüncü en önemlisi de Mültecilerin Alman toplumuyla sosyal-kültürel olarak kaynaşma sürecine girebilmesinden geçmektedir. Dördüncü bir hedef ise; Faşizmin gelişimini engelleyecek kısa vadeli en büyük gelişmenin, aydınlanma sürecini iğfal eden, bayağılaştıran ve bunu karikatürleştiren Yeni Egemen Burjuvazinin (NATO’cu, ABD merkezli oligarşinin) kontrolü dışına çıkabilecek bir burjuva kampın oluşmasını sağlamak olmalıdır. Bunun için bağımsız, geniş cepheli devrimci Alman Hareketinin yaratılması gerekmektedir. Die Linke(Sol) bu görüşü savunsa da Doğu Almanya geleneğinden kopuşu sağlamadıkça, kendini geliştiremeyecek ve geleceği kazanamayacaktır.
Görüldüğü gibi Almanya’da Hitler gibi bir ruh hastasının ve onu kutsayan milyonların var olması tesadüf değildir ve bunun arka planında, feodal unsurların alt ve üst yapıda ki etkin dizilişi sonucu geç kalmış bir uluslaşma ve onun sonucu olarak da bir Aydınlanma sürecinin yaşanmamış olması yatmaktadır.