Federal Hükümetin Başbakan yardımcısı Alman Sosyal Demokrat Parti (SPD) Genel Başkanı Sigmar Gabriel‘in açıklamasına bakılırsa, 2015 yılının sonuna kadar Federal Almanya Cumhuriyetine (FAC) bir milyon mülteci gelmiş olacak.
FAC‘ ne gelmek isteyen mültecilerin sayıları arttıkça, 'artık bizim de bir kapasitemiz var ve ülkemize gelmek isteyen herkesi kabul etmede zorlanıyoruz‘ türü serzeniş sesleri de toplumun tüm kesimlerinde yükselmeye başladı.
FAC Şanşölyesi sayın Dr. Merkel‘in Macaristan sınırına dayanan onbinlerce mülteciyi orada kayıt altına alınmadan ülkesine kabulü yönünde 'bu işin altından kalkabiliriz‘ demecinin ardından, FAC’ne gelmek isteyen mültecilerin sayısında hızlı artış yaşanıyor. Ve gelinen aşamada Federal Hükümetin İçişleri Bakanı sayın De Maizière’in ‚ 'bu işin altından artık kalkılamayacağı‘ açıklaması, başta SPD olmak üzere toplumun geniş bir kesimi tarafından 'anlayışla‘ karşılanıyor.
Alman kamuoyu, Temmuz ve Ağustos aylarına nazaran şu sıralar her geçen gün sayıları artarak gelen mülteci akınından epeyce rahatsız olmaya başladı. Bu rahatsızlığın temelinde yatan etkenlerin başında ise, gelen mültecilerin tamamına yakınının bir ‚İslam ülkesinden‘, yani nüfusunun büyük bölümü Müslüman olan ülkelerden geliyor olmasıdır.
FAC’ne akın eden mültecilerin büyük bir kısmını şimdilik Suriye ve Balkan ükelerinden gelenler oluşturmaktadır.
2015 yılının ilk yarısında FAC’ne mülteci olarak gelenlerin ülkelere göre dağılımı şöyledir:
Suriye: % 20,3, Kosova: % 17,9 %, Arnavutluk: % 13,6 %, Sırbistan: % 6,3 %, Irak: % 5,2 %, Afganistan: % 5,0%, Makedonya: % 2,6 %, Eritre: % 2,2 %, Nijerya: % 1,8 % ve Pakistan: % 1,7%.
Bu verilere bakınca, FAC’nin siyasi, toplumsal, inançsal, kültürel ve ekonomik bünyesine çok yabancı olan mültecilerin doğal olarak beraberinde getirdikleri kendi inançları, toplumsal, siyasal ve kültürel gelenek ve görenekleri Alman toplumu tarafından kolaylıkla kabul görmemektedir.
Aile bireyleri arasındaki rol ve değer yargılarından, toplumdaki iş bölümüne varıncaya kadar hayatın her alanında birbirlerinden bu kadar farklı olan bireylerin bir arada iç barışı, kültürel ve sosyal yaşamı zedelemeden yaşamalarını bir zenginlik olarak görmek, gelişmiş demokrasilerin ve toplumunların ortak özelliği olmasına rağmen, yine de tarafların zamana ihtiyaçları olduğu açıktır.
Aceleci davranan kesimlerin seslerini bir hayli yükseltmeleri, Alman kamuoyunda mültecilerin, özellikle de ait oldukları dinsel inançlarının Alman toplumuna uyum'da büyük bir engel teşkil edeceği korkusu ve endişesinin yayılmasında önemli etkenlerden biridir.
Bu endişenin, yani mültecilerin ait oldukları dinsel inancı dolaysıyla Alman kültürünün ve toplumunun 'altını zamanla oyarak' yerleşik değerlere sırt dönmeleri ve uyum sağlamada zorlanacakları endişesini kamuoyunun belleğine yerleştirmede epeyce becerikli olan bazı medya gruplarının ve siyasi çevrelerin değirmenine su taşıyan 'dinci ve cinci grupların' etkinlikleri de, delil olarak sunulmaktadır.
Bu 'dinci ve cinci grupların' epeycesi de 'kâr ortaklığı‘ ya da ‘faizsiz kâr payı‘ gibi alavere dalevere çevirerek Almanya‘da yaşayan Müslümanları dolandıran Türkiye kökenli çevrelerden oluşmaktadır. 50 yıldır Almanya‘da yaşadığı, pardon oturduğu halde, torunlarının Alman öğrenciler ile beraber gittikleri okullarda beraber yüzme ve doğum günü partisi düzenleme gibi, ortak sportif ve kültürel etkinliklere katılmasını engellemek için direnen ve kendisine ‚müslümanım‘ diyen yüzbinler var.
Bunu bilen Alman kamuoyunun gözardı edilemeyecek kadar önemli olan bir kısmı, Türkiye‘ye nazaran demokrasisi, insan hakları ve kadın erkek eşitliği gibi evrensel değerleri yaşama ve yaşatmada çok daha gerilerde olan Afganistan, Pakistan, Eritre, Irak ve Suriye gibi ülkelerden gelen müslüman kökenli mültecilerin, Alman toplumuna uyumu için de bir 150 yıla daha ihtiyaç olduğu temasını işlemektedir.
Öte yandan FAC hükümeti ve işveren çevreleri, mültecilerin Alman toplumuna uyumunun anahtarı olarak şu olguyu dikkate almaktadır:
FAC’ne gelen mültecilerden iş gücü olarak yararlanabileceği, iyi eğitimli ve kalifiye elemanları diğerlerinden ayırarak bunlara ‚iltica‘ statüsü verip, yerleşik topluma uyum sürecinde değerlendirecektir. Ve böylelikle Alman ekonomisinin ihtiyacı olan 'taze kan' ve iş gücü açığı kapanacak, geride kalan büyük bir çoğunluk ise bir süre sonra geldikleri ülkeye geri iade edilecektir.
Hani sorun insanlık meselesiydi?
3 Ekim 2015