Almanya'da burjuva medyası, ocak ayında başbakan adayı seçilen Martin Schulz'u öylesine parlattı ki, kamuoyu araştırmalarında kendisini bir anda üst sıralarda buldu.
Bu yüzden, Saarland eyaletinin seçimine kadar çok yoğun olarak “Schulz etkisi' gündemdeydi. Bu rüzgarı arkasına alan Schulz, bir kez daha “yoksulluk ve adalet” üzerine iddali şeyler söyledi. Bu söylemi,Gabriel ve Nahles ikilisi de 2013 yılında aynı yoğunlukta seçim kampanyasında gündemde tutmaya çalışmıştı. Sosyal adalet ve yoksulukta dikkate değer önemli gelişme olmadı ama, Gabriel ve Nahles konumlarını koruyarak hem SPD içinde hem de devlet katında çok yüksek prestijli payeler elde ettiler.
Bu ikiliden biri olan Nahles kısa bir süre önce emeklilik maaşların yüzden 46 altına düşmeyeceğini ilan etti. Halbuki, kurulan Büyük Koalisyon öncesi emeklilik maaşları yüzde 50 civandaydı.Bu tutarsızlık SPD'ye eyalet seçimlerinde peş peşe oy kaybettirdi. SPD en iddali olduğu Kuzey Ren-Vestfalya eyalet seçimin de yüzde 8 gibi ciddi bir oy kaybına uğradı.
Agenda 2010 paketi ile tekelci burjuvaziye kaynak aktaran,demokratik ve sosyal haklarda kısıtlamaya giden SPD işsiz bıraktığı,preker çalışma ortamına hatırı sayılır katkı sunduğu,yarattığı yoksulluk ve sefalet ile izlediği bu siyasetin sonucu olduğunu bilinçlice çarpıtarak göz ardı ediyor.
Güvencesiz çalışma ve sosyal hakların budanması gösterdi ki, Einstein deyişinde ifadesini bulan “Sorunlar, onları yaratanların mantığı ile çözümlenemez”. Bu gerçeklilik ile karşılaşan SPD, Sol partiyi parlamento dışında tutmak için yoksuluğu,yaşanan adaletsizliği temcit pilavi gibi ısıtıp ısıtıp gündeme getirmek olmuştur.
SPD'nin başkanvekili Stegner Schleswig-Holstein seçim yenilgisi sonrası yaptığı açıklamada:”Evet amacımız,Sol partinin eyalet parlamentosuna girememesiydi ve biz amacımıza ulaştık”.demiştir.
Aynı şekilde Hannelore Kraft, seçime bir hafta kala;”Ben eyalet başakanı olarak çok açık ve kesin söylüyorum, Sol Partinin katılacaği bir Hükümet olmayacaktır”, şeklinde bir açıklama yaparak Sol parti ile koalisoyna karşı olduğun söyledi.
Kim ki, başkalarına kuyu kazımaya çalışıyor,kazıdığı kuyuya kendisi düşüyor. Her iki eyalette de SPD seçimleri kaybederek,tarihinin en büyük yenilgilerinden birini yaşadı. Martin Schulz`u aday gösterek büyük umutlara kapılan SPD üst üste aldığı yenilgiler ile hayal kırıklığına uğradı.”Sosyal adalet” söylemi seçmenler nezdinde karşılık bulmadığı bir kez daha görüldü.
Son eyalet seçimlerini neden CDU'nun kazandığını, Avrupa'da milliyetçi-şoven agresif parti ve grupların neden yükselişte olduğunu anlamak için biraz da SPD'nin izlediği siyasete bakmak lazım. Agenda 2010 ile nüfusun yüzde 30`un üzerinde bir kesmi işsiz bırakarak sosyal yaşamalarında ve statülerinde olumsuz bir bozulmanın ve yaşmalarındaki maddi kayıpların, reel gelir ve kazançlarında 2000 öncesine göre gerileme gerçekleşmesi, işsizliğin ve yoksulluğun pençesine ittiği bu kitlelere “Sosyal adelet ve yoksulluk da” bahsetmesi, bu kitleyi enayi ve aptal yerine koymaktır.
Başbakan adayının değişmesiyle kimse bu popülist söylema aldanmıyor. Nitekim de öyle oldu. Tekelci sermaye bir yana, burjuva basının/medyanın bir kesiminin Schulz`u parlatma stratejisi işlemedi. Schulz`u destekleyen bu medya kendisiyle alay etmeye başladı.Schulz`un neo-liberal ekonomi politiğin işine yaracağini düşünülmüş olmasından dolayı bu işe yarayacak iyi bir “politik efsane” üretme senaryosu da fiyaskoyla sonuçlandı. Evet Schulz öylesine parlatıldı ki, bu sonunda “Schulz effekt” söylemine dahi dönüştü. Aslında bu söyleme kendisi bile inanmadı.
Sol siyasetin yarattığı boşluğu ”sosyal adalet” vs. ile doldurmak istenmesi hem SPD`nin hem burjuvaziye ait bir talep gibi görünse de, aslında solun poltik alanını daraltmayı amaçlamaktadadır. Gerçi,SPD`ye dolaysıyla Schulz`a biçilen rol hakkında yazılıp çizilenleri dikkatle okumak,bu parlatılıp cilalanmalara kuşku ile bakmak olmalıdır. SPD`nin yasallaştırdığı Agenda 2010 ile tüm AB`ne bağlı ülkelere dikte ettiriliyor. Bu ülkelerdeki işsizler ordusu ise gözünü orta Avrupa'ya dikmiş,yapabilen ilk fırsat da buraya adım atmaya çalışmaktadır.
Yoksulluğu çok derinde yaşayan bu işsizler ordusu,yoksulluğu tek tek kişilerle açıklamaktan ziyade,bir bütün olarak aileyi ilgilendiren,bu aileler üzerinde yakıcı etkisini gösteren,sosyal sorunlara kaynaklık eden bir ortamın oluşmasından bahsedebiliriz ki, bu sorun/sorunlar insanların toplumsal sorunlar ile ilgilenmesini engellediğini söylenebilir. Almanya`da 600.000 bin çocuk ciddi bir yoksulluk yaşamaktadır. Bir başka deyişle,bu çocuklar günlük olarak tam bir öğünden yoksun yaşam sürdürüyorlar.Yardıma muhtaç olan her üç çocuk dan biri reşit olmayan14 yaşının altındaki çocuklardır.
Yaşları bu kadar küçük olan çocukların günün önemli bir kısmını açlıkla geçirmeleri hem düzenli eğitim sürecine katılmasını engelliyor hem de sağlıklı büyümemektedirler. Heycanlı, mutlu ve yaşamında sevinç duyan bir çocukluktan bahsedemiyeceğimiz gibi böyle bir yaşamda mutluluk aranamayacaği her halde herkesin malumudur.
İki milyonun üzerinde bir çocuk sayısı ve genç de sosyal yardım ile yaşamını idame etmektedir. Genel de bu durum geçici değil,bu durumda olan çocukların sayısı her gün toplamda artmaktadır. Sosyal yardımlarda geçimini sürdüren/idame ettiren insan sayısı artıkça, siyasetçilerin ağızında “yoksulluk ile mücadlele” hiç düşmemektedir. Çocukları vuran bu yoksullukla mücadele edildiğine dair henüz ciddiye alınacak bir önlem ve tedbirden bahsedemeyiz. Oysa yardım kalemlerinde yapılan değişiklikler de derde deva olmayacak cinsten bir içeriğe sahiptir.
Bu konuda araştırma yapan sosyal kuruluşlar,sorunun yalnızca yardımla ilgili olmadığı ama aynı zamanda bu yoksulluk kıskacında olan çocukların yaşamlarını büyük bir zorlukla sürdürdükleri yönündedir. Genellikle bu çocuklar kronik hasta,sosyal etkinliklerden mahrumlardır.Şiddete maruz kalmaktadırlar. Ve eğitimlerini tamamlayamamaktadırlar.Bu sırada-eğitim döneminde yorgun,ilgisiz, zaman zaman agresif bir davranış sergilemektedirler. Bu olumsuzluk çocukların yaşamını çok belirgin bir şekilde belirlemektedir.Bu durum doaysıyla yoksulluk bu çocukların 'alın yazısı ve kaderi' olmaktadır.
Buna karşın,eğitim uzmanları bu kısır döngüyü yapısal bir sorun olarak devletin doğrudan yardımları ve özel bütçe ayırmasiyla çözülebileceğini söylemektedirler. Eğitmenler,bu çocukların yaşamında tüm gün eğitimin olumlu bir katkı sunacağını iddia etmektedirler.(VdK-Gazetesi Mayıs 2017 Sayısı )
Almanya da 2010 Agenda ile yaratılan istihdam sorunun giderek büyümektedir. Minijob denilen ek sınırlı çalışma süresi/saatı ile çalışanların sayısı 7 milyon kadardır.Minijob çalışanların yasal hakları sürekli ihlal ediliyor, talep edilmesi haline zorluklar çıkarılıyor. İzin parası ödenmiyor. Hastalık durumunda ücretlerden kesintiye gidiliyor. Minijob çalışanı ikinci sınıf işçi muamelesi görüyor.
İşçilerin demokratik sendikal hakları tanınmamakta ve bu haklardan mahrum çalışmaktadırlar. Minijob çalışanlar ayda 450 Euro kazanmaktadırlar. Bu ek gelire milyonlarca emekçi yoksul geçimini sağlamak için ihtiyaç duymaktadır. Bu labirentden maalesef bir kitle fenomeni yaratıldı.Bu sektörden çalışanların yüzde 63`ü kadınlardan oluşmaktadır. Yaptıkları iş ise genellikle temizlik olmakla birlikte her an yapılacak talep üzerine hazır olmalıdır. Elbette ki,amaç daha fazla emekçinin,yoksulun bu sektörde Minijob'a muhtaç olmasını engellemek olmalıdır.
Ne var ki,şu anda bu sektörde çalışan insanların gelecekleri gerçekten sosyal güvenceden yoksun,sorunlu bir durum oluşturmaktadır. Çünkü sürekli Minijob,benzeri esnek ve taşeronlarda çalışan işçiler emeklilikte alacakları maaşlar ile yaşamalarını idame ettirmeleri münkün değildir.Bu durum ise yaşlılıkta yoksulluk riskini artırmakta,sosyal yardımlara zorunlu olarak muhtaç bırakmaktadır.
Kim ki Minijob da çalışıyor, ileride sosyal haklarını talep edemediği için bu sektörde çalışanları talebi şimdiden sosyal sigorta kapsamına alınması yönünde olmalıdır.
Bu sosyal adaletsizliği önlemek yerine, 1 Temmuz da yürürlüğe girecek olan yeni bir yasal düzenleme ile emekliler ek olarak yılda kesintisz olarak 6.300 Euro kazanabilecekler. Ancak gözden kaçırılan bu kadar geliri/kazancı elde etmek için gerçekten bir işyeri bulunabilecek mi? VdK-Gazetesi Mayıs 2017 Sayısı)
Bu şansa kaç emekli sahip olabilecek,kuşkusuz ki sayıları yakında basına yansıyacaktır. Bu önlemler ile elbette ki yoksulluk önlenmez,sosyal adalet de sağlanmaz. Basında çıkan bir habere göre Deutsche Bank'ın şefi John Cryan'ın bir yılda alacağı maaş/geliri 3,8 miyon Euro olacaktır. Cryan`ın maaş/gelirindeki bu 'düşüş' ise bakanın yaşadığı sorunlar ile açıklanmaktadır. Günlük Brüt maaşı ise 10.410 Euro`ya tekabül etmektedir. Aksine çalışan nüfusun belki de yarısı yılda bu kadar bir geliri/kazancı elde edebilmektedir. (DKP Frankfurter Şehir Gazetesi Nisan/Mayıs 2017 Sayısı)