Engels 1885 yılında Johannn Philipp Becker’e yazdığı mektuba şöyle başlamıştı: “Almanya gibi bir dar kafalılar ülkesinde, …” (K. Marx, Gotha Programı'nın Eleştirisi, Inter Yayınları, Sf. 138) Marx ve Engels’in 1850 sonrası çoğu not veya mektuplarında bu ve benzeri tespitlere rastlıyoruz. Onlar Almanya’da ki bu gerilik üzerine bir çalışma yapmadılar ama bu gerçeği her defasında dile getirdiler. Bunun için sırasıyla sosyalistlerden başlayarak birçok alanda benzer davranış ve anlayışlarla yüz yüze gelmişler ve mücadele vermişlerdi. Ben bu özel konuya güncellenmiş biçimini ele alarak girmek istiyorum. Buradaki konumuz Alman halkının ‘dar kafalığı” nın arka planını doğru tahlil edebilmektir. Bu sorunun temelinde yatan faktör sınıf mücadeleleri tarihidir. Yani feodalizmin toplumlarda yarattığı tahribatın boyutunu ortaya koyabilmek için, Alman toplumunda harekete geçirilen R Kompleksi gibi saçmalıkları teşhir etmek gerekliliğidir. İsterseniz önce iddiayı dinleyelim.
“Her Şey Beyinde Başlar
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyadaki birçok sosyal bilimcinin beynini bir soru kemiriyordu:
Kant, Hegel gibi büyük filozofları, Einstein gibi bilimcileri, Goethe gibi büyük yazarları, Wagner gibi büyük bestecileri çıkarmış bir Alman toplumu, nasıl olur da Hitler gibi bir delinin peşinden gider?
Üstelik 20 milyondan fazla insanın ölmesine neden olduğu halde...
Hitler "mühendis kafalı" olmalarıyla ünlü Almanlara ne yapmıştı?
Onların mantıklarını nasıl "servis dışı" hale getirmişti?
Sorunun özü şuydu:
Mantıklı insanların/toplumların mantıksız davranmaya başlamasına sebep olan neydi?
Uzun süren araştırmalarla cevabın bazı parçaları keşfedildi.
En önemli kavram "R-kompleks" denilen olguydu. (Google'da arayınız:) Almanların beyninde "R-Kompleks" denilen beyin bölgesi, baskın hale getirilmişti.
R-kompleks, "sürüngen beyin bölgesi" demektir. Her beyinde bulunur. R kompleksle yönetmek, kitlelerin beynindeki "ilkel içgüdüleri aktive ederek, mantıklı düşünmeyi baskılamak" demektir. …”
Oldukça ikna edici bu tez, bir değil birçok saçmalıkları taşıyor.
Birincisi; Alman toplumunda var olduğu söylenen bu R kompleks, Alman halkına ait değil. Çünkü Hitler türü ruh hastalarının peşinden giden birçok ülke halkı mevcut: İtalya, İspanya, Portekiz vb.
İkinci bir nokta da, bu tez de eksik olan, insanların içinde bulundukları ekonomik, sosyal, siyasi vb. koşullarının hiçbirinin dikkate alınmıyor olması. Yani tezin temelini duyguya dayalı psikolojik ögeler ve tümüyle volontarist(iradi) bir yaklaşım oluşturmakta. Hâlbuki tüm gerçekler alt ve üst, temel ve tali, determinist ve volontarist (kendiliğinden ve iradi)unsurların karşılıklı ilişkisiyle oluşur. Yani tek başına düşünce gerçekçi yani doğru değildir. Onun hayata geçirilmesi ve sınanarak doğrulanması diğer bir ifadeyle somut hale gelmesi gerekir.
Bir konuda bir irade beyan edebilirsiniz fakat bu irade doğrultusunda harekete geçtiğinizde gerçekle yüz yüze yüz yüze gelmiş olursunuz. Düşüncenizin, tezinizin doğru olup olmadığını, diğer bir ifadeyle gerçekleşebilir veya imkânsız olup olmadığının cevabını size pratik verecektir. Eğer ben bu dağa çıkacağım diye bir irade, bir düşünce belirtmişseniz, bunun gerçek olması için yürümeye başlamanız gerekir. İşte o yürüme determinist olandır. Bu gerçekler, önceden irade beyan etmeden de kendiliğinden ve kitlesel olarak ortaya çıkabilir. Eğer kişi herhangi bir karar almadan öylesine bir hareketlilik içine girmişse, bu da o kişinin kendiliğindenliğidir. Dolayısıyla kendiliğinden ortaya çıkanlar da sonradan bir irade ve karar doğrultusunda düzenlenip hedefe doğru yönlendirilerek gerçekleşebilir doğrular olarak hayat bulabilirler. Ama determinizmin iradeden farkı, her haliyle bir gerçek yani pratiğin kendisidir. Sorun ise, onu doğru analiz edebilmek ve düşüncenizle ne kadar uyumlu ve karşıt olduğunu ortaya çıkartabilmektir. Evet, felsefi olarak düşünce veya irade de gerçektir ama buna soyut gerçek denir. Kendiliğindenlik ise somut gerçekliktir. Sonuçta ister yukarıdan(iradi, düşünsel) isterse aşağıdan kendiliğinden (determinist) başlasın tüm gerçeklikler, çıkışlarının nedeni olan hedefe ulaşıp başarıyı yakaladıklarında doğrulanmış gerçek olurlar. Aksi halde her biri doğrulanmamış somut ve soyut gerçekliklerdir. Onları tek başına hedefe, başarıya taşıyan irade ve bilinç unsuru değildir, aynı zamanda bu başarıda kendiliğindenliğin görünür ve doğurgan üretkenliği vardır. Çünkü bu temel olmadan irade ve bilinç kendini yenileyip geliştiremez. Tıpkı bilinç unsuru ve iradenin pratiğe aktığında kendiliğinden olanın daha fazla gelişmesinin ve bilinçli eylemlikler haline gelmesi gibi.
Bu kadar felsefi analizden sonra şunu söyleyebilirim ki; Almanya gibi toplumlar, salt algılarla, propaganda vb. yönlendirmelerle, korkutma vb, yöntemlerle yani beyinlerinde ki bilmem ne bölgesine yönelmelerle(bugün siyahilerinde beyinlerinin arka tarafında benzer bölgelerin olduğunu söyleyen metafizikçi idealist ırkçılar revaçta) insanları belli bir dönem için etkileyebilirler. Ama koşullar bu etkilemeye uygunsa, örneğin feodal kültür toplumda hâkimse yani biat, tek kişiye inanma, tek düşünce, zor ve şiddet, okumama, araştırmama, insan hayatına önem vermeme vb. alt yapı hazırsa, bu etkileme yani bu olumsuz irade-düşünceler kalıcı ve kitlesel olabilir. Bu açıdan, düşündüğünüz için var değilsiniz, aksine var olduğunuz için düşünüyorsunuz. Hayatın her alanında var olan bu ikili diyalektik ilişki kaçınılmaz olandır ama bir başka gerçek daha vardır: öncelik her zaman alt yapıda, sınıfsal ve ekonomik olandadır.
Özetle eğer feodal kültür olmasaydı Hitler’in yani tek kişinin ortaya çıkıp belirleyici olması mümkün değildi. Bir kere ortaya çıktığında da toplumdaki üretici güçler ve üretim ilişkilerinin bu çıkışı desteklemesi gerekmektedir. Yoksa Fransa da Başbakan Thiers, 1871 de Paris Komününü yıktığında, on binlerce Komünarları katlettiğinde ve korkunç bir korku imparatorluğu yarattığında acaba neden Fransızların R kompleksi harekete geçmedi. “Düşman göster, dayanışma duygusunu kışkırt, düşündürme!” şeklinde formüle edilen 3 D, Hitler’den tam 50 yıl önce birçok ülkede olduğu gibi Fransa’da da uygulanıyordu. Ama işe yaramadı! Çünkü Fransız halkı feodal kültürden kurtulmuş, aydınlanmayı, burjuva kültürünü içselleştirmiş, şiddet ve korkunun harekete geçireceği bilmem ne bölgelerini beyninin derinliklerine gömmüştü.
Yani Alman toplumunun Şovenizm ve ırkçılık takıntısı tıpkı bizde ve bizim gibi ülkelerde olduğu gibi, R Kompleksi gibi saçmalıklardan değil, toplumun feodal biat kültürüyle donanıp, aydınlanmayı yaşayamamasındandır.