AKP özel misyonu olan bir parti ancak, geçmişi olan siyasi İslamcı kimliğini Liberalizmle bezeyip bu konuda tavizsiz hareket eden Cumhuriyetin kuruluş ilkeleriyle hesaplaşmak konusunda kendisinden önceki yol açıcılarının düştükleri hatalara düşmeden yoluna devam etmiş bir siyasi parti.
AKP, 23 yıllık iktidarında darbelerle mücadele eden demokratikleşme arayışındaki bir siyasi çizgi görüntüsüyle Liberallerle ve Kürt siyasi hareketiyle ittifak halinde olduğu bir dönemi de yaşadı. Sonrasında ise bu yapılarla kavga içerisine girip Milliyetçilerle de bir ittifak yapıp hale devam eden bu sürecinde yönetilmesini de sağladı. Düşüncelerini devraldığı diğer siyasi partilerden farkı da birazda bu olsa gerek. İstediği tarafla ittifak yapıp sonrasında dağıtıp başka bir ittifak oluşturabiliyor. Düzen cephesi açısından çok amaçlı çakı gibi.
Adnan Menderes'in partisi Demokrat Parti'nin öne çıkarttığı millet söylemlerinin gerçeği yansıtmadığı toprak ağalarıyla ve sermaye gruplarıyla ilişiğinin güçlülüğü ise bir gerçeğin yansıması. Tarikatlarla olan bağları ve güçlenmeleri için verdikleri uğraş yine emperyalizmle kurdukları sıkı bağ NATO’ya girmek için ABD’nin Kore’ye müdahalesindeki taraflarını belirlerken ki netlik ve gözü karalığı yine Komünizme karşı net duruşları ve baskıları da dönemin siyasi İslamcılığına uygun tutumlar olarak değerlendirilebilir.
CHP’nin kurucu parti olması nedeniyle halkla olan ilişiğinin bürokratik yanının ağır olması ve Cumhuriyetin temellerinin kurumlarıyla sağlama alındığına dair öz güven uzunca bir zaman sürdü. Siyasi İslamcıların hafife alınması ya da ciddiye alındığı zamanlarda ise askerle devletin gücüyle bastırılması CHP’yi siyaset alanında başka mecralara yönelmesine sevk etmedi. Kısaca Ordunun varlığı Cumhuriyetin teminatı olarak görüldü.
İkinci dünya savaşından sonra Sosyalist düşüncenin Dünyadaki prestijinin yanı sıra uygulayan model ülke sayısının artmasıyla birlikte bunun Türkiye’ye yansıması da olmuştur. CHP’de bu dönemde siyasetini değiştirmek zorunda kalmış ortanın solu olarak bilinen halkın sorunlarını merkezine alan bir siyasi çizgiye yönelmiştir. Ecevit daha sonra verdiği bir röportajda “Türkiye'ye komünizm gelmediyse benim sayemdedir” demiştir.
1960 ile 1980 yılları arasında Sosyalizm fikrinin toplumda karşılık bulmasıyla devlet kurumlarını Cumhuriyetin temelleriyle ya da yönelen tehditlerle ilgilenir durumdan çıkartıp, Komünizm gelecek erken vakte tedirginliğine sürüklemiş bu da Milliyetçi-Siyasi İslamcı ittifakını Sosyalistlerin karşına çıkartmıştır. Devlet destekli bu yapılar bazen Üniversite de devrimci gençleri kurşunlarken bazen de fabrikadaki grevdeki işçilere saldırmış bunların yetmediği yerlerde Alevilere yönelik toplu katliamlara varan birçok pratik işlerde görev üstlenmişlerdir.
Komünizm karşıtlığı Cumhuriyetin kurucu partisi dahil sonrasında gelişen siyasi aktörlerinde ortak noktalarıdır. Sermaye sınıfının gelişimi ve çıkarları ortaklaştıkları ana konudur. 12 Eylül’e giden süreç bu hattın dışında değildir. 24 Ocak kararları olarak bildiğimiz darbe sonrasının sivil siyasetçisi olarak parlatılan Turgut Özal, bu kararları ortaya çıkartan figürlerden birisidir. Vehbi Koç’un, Kenan Evren'e yazdığı mektuptaki övgüleriyle Turgut Özal’ın özel teşebbüsün önünün tamamen açılması fikri ekonominin temeline yerleştirilecek olan serbest piyasa ekonomisi Özal’ın ve partisi Anavatan’ın kapitalizm düşkünlüğü ile siyasi İslamcı tarafı ve tarikatların serbestliğinin de bu dönemle başlaması tesadüf eseri değil.
Geçmişte tek başına hükümet olan iki siyasi İslamcı partiyi kısacık hatırlamış olduk. 2002 yılında tek başına hükümet olacak Erdoğan’ın AKP’si ise geçmişte sonlandırılamayan Cumhuriyetin canına ot tıkayacak hamlelerini sermaye sınıfını tamamen arkasına alarak tarihin en büyük özelleştirmelerini yaparak gerçekleştirdi. Yine işçi sınıfının örgütsüzlüğüne neden olacak cemaat örgütlenmelerini hem maddi olarak desteklerken meşruluk alanlarını da Liberal solcularla birlikte sağlamış oldu. Devleti-Siyaseti-Toplumu belirleyecek güce ulaşan cemaatlerin varlığında Laiklikten bahsetmek abesle iştigal olur.
Ergenekon ve Balyoz davalarını ise ordunun siyasetteki gücünü siyasi İslamcılardan yana dönüştürülmesi için gerçekleştirilen davalar olarak görmekte sakınca yok. Ordunun ideolojik olarak Cumhuriyetçiliğinin tasviyesi CHP içinde artık yeni başlayacak sürecin bir uyuma dönüşmesini zorunlu hale getirecekti. Ordu olmadan Cumhuriyete sahip çıkılması hem kurucu parti için hem de cumhuriyetçiler için bilinmeyen yeni bir dönemdi.
Cumhuriyetin tasfiyesi sürecinde AKP birçok krizle karşı karşıya kaldı. Hepsinde ana muhalefetin desteğiyle toparlandı. Son yerel seçimlerde ekonomik krizin de büyük bir etkisiyle CHP birçok büyükşehir belediyesini kazandı. Sonrasında Erdoğan’ın AKP’si bu seçim yenilgisini sessizce kabul etti. Aslında alışık olunmayan bu tarz CHP içindeki birçok hiziple birlikte genel başkan Özgür Özel’in normalleşme olarak tarif ettiği yeni bir süreci başlattı.
Merkezi iktidar AKP’de yerel yönetimler CHP’de olan bu dönem siyaseti için bir partinin ülkeyi tek başına yönetme şansı bulunmuyordu. İlk başlardaki uyum CHP’nin erken seçimi ağzına almayışı, AKP’nin ise iktidarı paylaşacağına dair bir izlenim vermesi aslında bir süre bu paylaşımın devam ettiğini de görmüş olduk.
AKP ile CHP belediyeciliği anlayışında köklü farklılıkların olmadığı iki tarafında patronları mutlu mesut etmek için çabalayacağı aşikâr olduğu için yeni dönemde çok da zorlanmayacakmış gibi göründüler. Ancak ekonomik krizin derinleşmesi nedeniyle halktaki huzursuzluk özellikle CHP seçmenindeki normalleşmeye karşı oluşan tepki CHP yönetimini zorladı.
Yaşananlar karşısında büyük siyasi çıkışlar yapmaya alışık olan AKP ortağıyla birlikte devletin kurduğu ve her zaman devleti temsil eden MHP ile kökleşmiş bir sorun olan Kürt sorununa dair bir girişim de bulundular. Bu başlıktaki gelişmeleri izleyeceğiz ancak Kürt siyasi hareketini bölgede yaşanan gelişmelerle birlikte yanına çekip muhalefetteki cepheyi bölmek aynı zamanda bir vizyon göstermek açısından da önemli.
Geçenlerde bir AKP sözcüsünün CHP’ye gelin "siz muhalefette biz iktidarda birlikte yol yürümeye devam edelim" daveti aslında bugün yaşananların neden olduğunu gösteriyor. AKP merkezi iktidarı kaybetme riskini dahi göze almıyor. Çünkü yıkıcı bir siyasi misyonu var.
Hala bir Cumhuriyet ve ortada bir hukuk varmış gibi olağanüstü süreci olağanlaştırıp sadece seçim talepli bir siyasi tarz halkın tepkisizliğine ve umutsuzluğuna neden oluyor. Bugünün koşullarında halkın dahil olmadığı siyaset işçi sınıfının iş yerlerinde göstermediği tepki AKP’nin elini rahatlatır.
Son seçimlerden sonra oluşan AKP-CHP hükümeti arasındaki anlaşmazlıklar nedeniyle oluşan bugünkü kaos ortamı bugün düzen siyasetini meclisteki bütün partileri kapsayan şekliyle AKP’nin istediği oyun alanında top çevirmelerine neden oluyor. Kaos siyasetine karşı ekonomik krizle bunalan halkın siyasetin parçası haline gelmesi, bunaltısının öfkeye dönüştürülmesi, bunun da örgütlü hale gelmesi dışında bir çare bulunmuyor.