1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından iki Almanya’nın birleşmesi gündeme geldi ama bunun için izin alınması gerekiyordu. Federal Almanya ve Demokratik Almanya Cumhuriyeti (DAC) ya da Almanya’nın ikiye ayrılması İkinci Dünya Savaşı’nın sonucuydu ve her iki parça da savaşı kazanan güçlerin denetimindeydi ya da işgal statüsündeydi. Bağımsız ülkeler gibi görünüyorlardı ama mesela birleşme gibi önemli bir konuda kendileri karar veremezdi çünkü savaşın Avrupa için en önemli sonucu değişiyordu.
SSCB birleşmeye itiraz etmedi. Kızıl Ordu da DAC’den çekildiği için bu beklenen sonuçtu. Mitterand başkanlığındaki Fransa ve Reagan başkanlığındaki ABD’den de itiraz gelmedi, tersine iki Almanya’nın birleşmesini teşvik bile ettiler. Tek itiraz Thatcher’in başbakan olduğu İngiltere’den gelecekti: “Almanya’yı çok sevdiğimiz için iki tane olarak kalmasını isteriz.”
İngiltere’nin endişesi birleşik Almanya’nın gerçekleşmesiyle Avrupa Birliği içinde zayıflayacağı endişesiydi. İngiltere daha sonra itirazından vazgeçecekti ve bunda ABD’nin tutumu etkili oldu. Reagan Thatcher’e göre daha gerçekçi bir politikacıydı çünkü doğu Avrupa’da sosyalizm çözülüyor ve bu da kaçınılmaz olarak SSCB’yi fazlasıyla etkiliyordu. Polonya’da Dayanışma Sendikası yönetime ortak olmuş ve bu ülkede reel sosyalizm bitmişti. Macaristan için de durum ayrıydı. Berlin Duvarı’nın yıkılması ve DAC’nin de bitmesiyle reel sosyalizm açık olarak tarihten çekilme sürecine girmiş olacaktı.
Nitekim aynı yıl, 1989’da, Çekoslovakya, Bulgaristan ve Romanya’daki sosyalist iktidarlar da yerlerini kaybedeceklerdi. 1991’de SSCB de aynısıyla karşılaşacak ve dünyanın geniş bir bölümündeki reel sosyalizmin en güçlü temsilcileri ortadan kalkacaklardı.
DAC tarihi başarı ve başarısızlıkla dolu bir tarihtir.
DAC sosyalizm öncesi ve sonrasında bulunmayan bir ülkedir. 1945-1990 arasında İkinci Dünya Savaşı’nın sonucu olarak yaşamış ve ortadan kalkmıştır. Diğer reel sosyalist ülkeler tarihinde aynısı görülmez.
DAC “sosyalizmin vitrini” olarak anılan ülkeydi. Üretici güçlerin gelişmesi –diyelim Batı Almanya’ya göre-geride olmakla birlikte reel sosyalist ülkeler arasında en ileriydi. Mesela 1980’li yıllarda dünya fiyatlarına göre pahalı olmasına karşılık sosyalist ülkeler arasında çip üretebilen tek ülkeydi.
Yeni bir Alman halkı, ikinci Almanya yaratmaya çalıştılar, bazı sonuçlar da aldılar ama başarılı olabildikleri söylenemez. Buradaki en önemli faktör Nazi geçmişle gerektiği gibi hesaplaşamamış olmaktır. Üretim araçları kamulaştırılınca, tanınmış Naziler mahkum edilince önemli bir kültürel yanı olan Nazizm ile hesaplaşma tamamlanmış olmuyor, Nazizmin değişik bileşenleri geri planda ve hatta sosyalizme eklemlenerek yaşayabiliyordu.
Her iki Almanya’da da halk Nazileri büyük oranda desteklemişti ve dışarıdan halk getirilemeyeceğine göre bu halkla devam etmek gerekiyordu. DAC yönetimleri Alman halkındaki güçlü Nazi etkisini yeterince anlayamadılar. FAC’de de Nazizmle hesaplaşma ancak 1968 hareketiyle başlayacak, çatışmalı ve uzun bir süreç olacaktı. DAC ise 1968’i yaşamadı.
Yeni bir halk ve yeni bir devlet yaratmak amacı kaçınılmaz olarak bu halk ve devletin iyice yüceltilmesini gerektirir. Nazi kültürü de farklı bir ekonomik temelde aynısını yapmıştı. DAC yöneticilerine göre faşizmle hesaplaşma öteki Almanya’nın sorunuydu, DAC için bu iş bitmişti. Ne var ki ekonomik olarak bitmesi kültürel olarak da bitmesi anlamına gelmiyordu.
1990 sonrasında çok az göçmenin bulunduğu eski DAC bölgesinde ırkçılığın patlaması da böyle olduğunu gösterecekti. Nazizmin değişik kültürel bileşenleri yıllarca sosyalizme eklemlenerek yaşayabilmişti. Sonraki yıllarda bu konuda yapılan araştırmalar ve yayınlanan kitaplarda da bu sonuca varılacaktı.
Batı gibi Doğu Almanya da yıllarca yabancı işçi alımına ihtiyaç duymuş; Batı’ya Yunanistan, İtalya ve Türkiye’den işçi getirilirken Doğu’ya özellikle Vietnam’dan işçi getirilmişti. Doğu’daki yabancılar yasası Batı’dakinden daha kötüydü: sözleşmesi biten yabancı işçi gitmek zorundaydı, aile birleşmesi yoktu. Bu işçilerin Almanlardan ayrı olarak yaşamasına özen gösteriliyordu.
Batı’da yabancı düşmanlığı ve ırkçılık vardı ama bunun karşıtları da vardı. Mesela dünyanın en büyük çevrici hareketi olacak Yeşiller doğdukları yıllarda göçmen işçiler sorununa özel önem vermişlerdi. Batı’da Almanlar ve göçmenler yavaş da olsa karışmaya başlarken Doğu’da bunun sözü edilemezdi.
Duvar’ın yıkılmasından kısa süre sonra Rostock Lichtenhagen’da mültecilere yönelik saldırı ve bunun yerel halk tarafından desteklenmesi yıllarca sosyalizme eklemlenerek ama geri planda kalarak yaşamış ırkçılığın ürünü olacaktı.