3 Ay Önce. Yer: TÜDAY-Almanya/Türkiye İnsan Hakları Bürosu-Köln:
Gecenin görev dağılımı yapılıyor. Payıma düşen görevler:
25 yıl önce kurulan TÜDAY'ın 25. yılını, 8-10 dakikalık bir sinevizyonla anlatmak. İkinci görevim ise yurt dışında yaşayan yazarların geceye katılımı sağlamak. İmzaları ile insan haklarına destek vermeleri ve okuyucularıyla buluşturmak. Yurt dışında yaşayan yazarların bu girişime destek vereceklerini biliyorum. Ama yazarlara ulaşmak gerek. İlk temasım Selma Metin ile oluyor. Heyacanlanıyor Selma. Hemen işe koyulup yazarların bir listesini gönderiyor. Liste karşılıklı gidip geldikten sonra yazarları teker teker arayıp insan hakları mücadelesinde TÜDAY’ın yanında olmalarını, kitap ve imzaları ile destek vermelerini istiyorum. Büyük bir bölümü tereddütsüz evet diyor, gelemeyenler, Türkiye’de olanlar derin üzüntülerini aktarıyor.
"İnsan hakları ihlalleri hep olacak. Son yıllarda daha da azgınlaştı. Siz yazarlara sürekli ihtiyaç var. O nedenle bir sonraki etkinlikte görüşmek üzere" diye üzüntülerini kabul ediyorum.
Desteklerinden dolayı Selma’ya kocaman TEŞEKKÜRLERİMİ iletiyorum.
Yazarlar TÜDAY'a Kitap ve İmzalarıyla Destek Verdiler:
Geceye katılan yazarlar teker teker gelmeye başladı. İlk gelen Metin Ayçiçek. Onu Kemal Yalçın izliyor. Kemal Yalçın çok çalışkan bir yazar. Kitapları beklediğimizden fazla. Kemel Yalçın’a daha geniş bir yer ayarlanıyor. Gece başlamak üzere. Ethem Xemgin, Haydar A. Avcı, Ezeli Doğanay, Yusuf Köşe, Ufuk Bektaş Karakaya ve Oktay Duman yerlerini alıyorlar. Solingen’den Şirin Aydın geliyor kendini tanıtıyor. Ne güzel. Okunmaya değer şiir kitapları var. 20-30 yıldır şiir yazıyormuş. Ona da bir yer buluyoruz. Mutlu oluyor. Onun mutluluğu bizi onurlandırıyor. „İyi ki geceye gelmişim“ diyor bizlere dönerek. Başımızla onaylıyoruz. „Hoşgeldin“ diyoruz.
Derviş edasıyla Zeynel Gül merdivenlerin başında görünüyor. Elinde kitapları masaya bırakıyor. „Alan olursa 5 Euroya satarsınız. TÜDAY´a katkı olur“ diyor. Yazarlarımız bir tek imzalarıyla değil, tüm olanaklarıyla insan hakları mücadelesine omuz veriyor. Geceden bir hafta önce TV 10`da Zeynel Gül, sunduğu programda geceyi tanıtıyor ve TÜDAY`ı masaya yatırıyor. Konuklarıyla TÜDAY tartışıyor. İnsanlara umut taşıyor aslında, o büyük yüreğiyle.
Kocaman TEŞEKKÜRÜM Zeynel Gül’e gidiyor. İyi ki varsın Zeynel.
Geceden bir kaç gün önce: Selma arayıp Yusuf Köse ve Hacer Arıkan gelemiyor diyor. Kaygılanıyorum. Neden acaba? ’’İstersen bir de sen ara sor. Belki ikna edersin’’ diyor. Hacer`i arıyorum. Sesi biraz durgun. „Hastayım, kendimi iyi hissetmiyorum. Eğer yarın kendimi iyi hissedersem severek gelirim“ diyor. „Geçmiş olsun Hacer Arıkan. Yüreğin bizimle biliyoruz. Olsun sen gelmesen de mutlaka kitapların gelecektir“ diyorum. Gerçekten de kitapları geliyor. Kitap standında okuyucularıyla buluşuyor.
Yusuf Köşe`yi arıyorum sonra. „Adım listede yok!“ diyor. Bakıyorum gerçekten yok. Benim ayıbım. Yazmayı unutmuşum. Hızlı bir şekilde ekliyorum, hemen paylaşıyorum Yusuf Köse`nin ismini. Geliyor Yusuf geceye. O kalender havasıyla kendisini sevdirmesini biliyor. Onun da yüreği kocaman. Gecenin sonunda geri kalan kitaplarını TÜDAY`a katkı sunması için bırakıyor.
Sana da kocaman TEŞEKKÜRLER Yusuf. İyi ki varsın.
İlgi Görmeyen Kitapların Hüznü:
Gecenin ilerleyen saatlerinde yazarlar kendi aralarında sohbet ediyorlar. Bir şeyler yolunda değil! Tam tersi olmalı. Yazar ve okuyucular sohbet etmeli diye düşünüyorum. Yaklaşıyor ve soruyorum: „Kitap satışları nasıl gidiyor?“ diye. „Kitap satılmıyor. Kimse okumuyor“ diye isyan ediyorlar. „Bak“ diyorlar. „Geceye katılanlar ile kitap standları arasında bir metre mesafe var! “
Bu belirlemeye katılmamak mümkün değil! Benim kitaplarıma olan ilgi de az. Ne yapmalı diye düşünüyorum ve gecenin ardından şu sonuca varıyorum: Sunum farklı olmalı. KİTAP, YAZAR, OKUYUCU üçgenini yeniden tanımlamalıyız. Yazarları bir ipe dizer gibi tek sıra halinde dizmemeliyiz. Okuyucunun değil, yazarın okuyucuya gitmesini sağlamalıyız.
İstanbul İstiklal Caddesi`nde şiir kitabını imzalayan bir şairle tanışmıştım. „Şiir kitaplarımı sokakta imzalıyorum“ diyordu. „İlgi var insanlar okumak istiyor, kitap da alıyorlar“ diye de eklemişti ardından.
Bir sonraki etkinlikte KİTAP, YAZAR, OKUYUCU üçgeninin farklı sunmanın beyin fırtınası yapılmalı. Bu üçgeni yeniden tanımlamaya hazır yazarların olduğunu biliyorum. Bunların başında Ali Haydar Avcı geliyor. Selma Metin`de bu yeni tanımlamaya heyacanla katkı sunmak istiyor. İstersek “YAPARIZ” diyor Selma. Bencede “Yaparız Selma” diyorum. “YAPARIZ....” İlgi görmeyen kitapların hüznünü yaşamak istemeyenlerin bu yeni yapılanmaya destek vereceklerini de biliyorum. Yeterki doğru adımlar atalım. Bunun mini adımları gecede kısıtlı olsa da atıldı. Önümüzdeki günlerde bu konu ile ilgili bilgilerin, adımların Ali Haydar Avcı tarafından aktarılacağı sinyali de verildi.
Haydi Ali Haydar Avcı, dök bakalım yüreğindeki beynindeki taşları.
25 Yılı 10 dakikalık Sinevizyona Sığdırmak:
Gecede yaşanan zaman darlığından dolayı Erdal Şahin, Oktay Duman ile birlikte hazırlamış olduğumuz; 25. YIL TÜDAY sinevizyonu gösterilemedi! Halllywood tabiri ile vizyona giremedi. Olsun! Dünya batmadı ya. İsteyenin izleyebilmesi için TÜDAY`ın sayfasına yükledik. Oradan izlemek mümkün. Sinevizyonun alt yapısı ve metnini ben hazırladım. Erdal Şahin, sinevizyonun tüm teknik alt yapısında becerisini ortaya koydu. Seslendirmeyi düzgün Türkçe ve ipek sesiyle Oktay Duman yaptı. Ortaya iyi bir çalışmanın çıktığını düşünüyoruz. Değerlendirme izleyicilerin. Şu ana kadar izleyenlerin geri bildirimine göre iyi olmuş. Her ikisine de kocaman TEŞEKKÜRLER. Erdal Şahin ayrıca geceye o güzel ezgileriyle destek verenlerden biriydi. Oktay ise TÜDAY`ın vazgeçilmez aktivistlerinden. O’na ne kadar TEŞEKKÜR etsek azdır.
Bu Makalenin En Çan Alıcı Yanı Şimdi Yazacaklarım Olsa Gerek:
Sinevizyonu hazırlamak için TÜDAY`ın 25 yıllık arşivini taradım ve şu tesbiti yaptım. TÜDAY aktivisleri Kürt mücadelesine sınırsız destek vermişler. Bu çok yerinde bir destek. Ermeni sorununa parmak basmışlar. Bu da çok iyi. Ama Alevi toplumu için malesef elle tutulur hiç birşey yapılmamışlar. 15 yüzyıldan bu yana sürekli ezilen, toplu katliamdan geçirilen, Yavuz`un zulmünü yaşamış, Çorum`da kurşunlanmış, Madımak`ta yakılmış Alevi-Kızılbaş-Bektaşi toplumu adına bu belirlemeyi yapmak beni çok üzdü. Dilerim bundan sonra bu konuda elle tutulur birşeyler yapılır.
Her Gecede Yaşanan Bildik Sorunlar - Kulis Bilgileri ve Gecenin Onur Konuğu Naci Sönmez:
Notlarıma bakıyorum, notlarımda şunlar yazılı:
„Geceye onur konuğu olarak katılan ve bir döneme damgasını vurmuş, Fatsa’nın Efsane Belediye Başkanı Fikri Sönmez’in oğlu, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi eş sözcüsü Naci Sönmez, geceye katılanlar tarafından oldukça ilgi gördü. Fatsa Belediye Başkanı Terzi Fikri’nin oğlu olmanın sorumluluğunu taşıyan Naci Sönmez, genç yaşından beri politikanın içinde olması ve yeni bir Türkiye inşa etmek için yola çıktığı Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi`adına görüşmeler yapmak için bulunduğu Almanya`da görüşmelerinden fırsat bulup TÜDAY `a destek vermesi TÜDAY Yönetim Kurulu tarafından büyük bir saygıyla karşılandı fakat malesef gecede konuşma olanağı bulamadı. Gecenin geç başlaması ve diğer konuşmacıların sunumlarını uzun tutmalarında dolayı konuşma imkanı bulamayan Fikri Sönmez`in göstermiş olduğu hoşgörü ise TÜDAY Yönetim Kurulu tarafından taktirle karşılandı. TÜDAY Yönetim Kurulu, Naci Sönmez`i en kısa zamanda düzenleyecekleri bir etkinlikte görmek istediklerini belirtiler.“
Naci Sönmez`in gecede konuşamaması TÜDAY yönetimini çok rahatsız ettiği bilinmeli. Bu konuda yönetim mutlaka olumlu bir atım atacaktır.
Gecenin haberini yaparken geceye katılan Rupert Neudeck`in konuşmasının tamanını vermiştim. Konuşmanın tamamı burada da vermek istiyorum ve sunuma dikkat çekmek istiyorum. Ömrünü insan hakları mücadelesine adamış olan bu koca çınarın ne kadar sade ama o kadar da can alıcı bir konuşma sunmuş olduğunu görüyorum. Bu metin aslında bizlere şunu hatırlatıyor. ’’Bırakın dünyayı başkaları kurtarsın, biz bir kişiyi kurtarma derdine düşelim, bir kişinin kurtuluşu ikinci kişinin kurtuluşu anlamına gelir’’
O nedenle haberde bulunan metni olduğu gibi alıyor ve yazımı burada noktalarken son olarak teşekkürlerimi göndermek istediğim kurum ve kişileri sıralamak istiyorum. Avrupa Postası bunların başında gelmekte. Gecenin ilk gününden itibaren sürekli olarak duyuru ve gecenin haberlerini yaptılar. Adil arkadaşa sevgi ve saygılarımı gönderiyorum. Sürgünler Meclisi ve Selma Metin, Sürgünde yaşayan yazarlar ile TÜDAY’ı buluşturdu ve sürekli olarak gecenin duyurusunu yaparken bilet satışına kadar ilgilendiler. Hepsine teşekkürler. Yol TV ve TV 10 duyurumuzu yaptılar. Onlara da teşekkürlerimi gönderiyorum. Sunumları Türkçe ve Almancaya çeviren Hülya Engin ve Adnan Dindar’a, gecenin sunucuları Halil ve Çiller’e, Adem’e, geceyi akışını koordine eden Dr. Gazi Barut’a, Onur’a, Murat’a, Mustafa’ya, gecenin sponsorlarına ve Üniversiteli Alevi gençlere çok çok teşekkürler.
[Rupert Neudeck’ in sunumu. 26. kuruluş yıldönümüne tekrar çağırın. Mutlaka geleceğim:]
[TÜDAY'ın kuruluşunun 25. Yılına destek verenlerin başında Almanya`nın tanınmış barış elçisi, Çap Anamur kurucularından, Rupert Neudeck de vardı. 1979 yılında Bir grup Almanın Vietnam'da savaştan kaçan insanları kurtarmak için başlattıkları kampanya sonucunda aldıkları gemiyle, 10.375 insanı kurtarmalarıyla komuoyunda oldukça ilgi uyandırmıştı.
Rupert Neudeck, yaptığı konuşmasında şunları belirtti:
“İyi ki TÜDAY var. İyi ki 25 yıldır varsınız. Umarım böyle devam edersiniz. Ve korkarım ki size, sevgili TÜDAY üyelerine ve dostlarına, ihtiyaç duymaya devam edeceğiz. Bazı şeyleri görmezden gelemeyiz. TÜDAY 'in kurulduğu günlerden ve 12 Eylül darbesinden –o sıralar birçok TÜDAY üyesi Almanya‘da sürgünde yaşamak zorunda kalmıştı. Bugün ise bazı şeyler değişti. Kürtlerin artık kültürlerini ve dillerini gizlemek zorunda kalmamalarını çok olumlu buluyorum. Türkiye’nin savaştan kaçan Suriyelileri kamplarda yer olmamasına rağmen, kabul ettiğini kendi gözlerime gördüm. Bunu da olumlu buluyorum. Çok kötü bir rejimden kaçanlar böylece sınır kapılarından sorun yaşamadan geçerek daha güvenli bir yere ulaşabildiler.
Türkiye’de Özgürlükçü Bir Gelenek Yok
Fakat Türkiye‘de hala Almanya'da olduğu gibi -ki ben bu yüzden Almanya da yaşamayı seviyorum-özgürlükçü ve cumhuriyetçi bir gelenek yok. Ülkemde polisten yada herhangi bir devlet dairesinden korkmama gerek yok. Örgütümüzle, daha önceleri Çap Anamur, bugün ise Grunhelme (Yeşil Kasklar), gerekli gördüğümüz herşeyi yapabiliyoruz. Hatta hükümetimizin istemediği bazı şeyleri bile yapabiliyoruz. 1979 ve sonraki yıllarda 11344 Vietnam‘liyi son anda Çin´in güneyindeki karasularından kurtardık. Almanya‘nın Federal ve Eyalet hükümetleri bize engel olmaya çalıştılar. Ancak özgür Alman toplumu sayesinde başardık.
Geçen aylarda Türkiye’de, Türkiye-Suriye sınırındaydım. Suriyeliler için kurulan kampın yakınlarına gelip, Suriyelilerin bu kamplarda nasıl yaşadıklarını dışardan gözlemlemek istedim. Birden bir polis arabası yaklaştı, iki polis arabadan atlayıp pasaportlarımızı görmek istediler. Nedenini sordum. Kendi güvenliğimiz içinmiş. Daha sonra bunların hepsini yazmaya başladım. Bana eşlik eden üç Türk arkadaşım polisi karşılarında gördüklerinde dönüp kalmışlardı. Dedim ki, farz edin ki ben bu sokakta yürüyen Alman bir turistim. Avrupa birliğine girmek isteyen bir ülkede herhangi bir sokakta neden yürüyemeyeceğimi anlayamıyorum. Yaşananları yazdığımda polis arabalarının plakalarını da yazmıştım. Polislerden biri öfkelenerek yazdıklarımı almak istedi. Kısacası, ülkenizde çok şey oldu. Fakat henüz yeterli değil. Demokrasinin yasaları hala uygulanmıyor.
Kısacası, değerli dostlar, iyi ki TÜDAY var. Umarım geldiğiniz ülkede öyle gelişmeler yaşanır ki, kurmuş olduğunuz İnsan Hakları Derneği‘ne ihtiyaç kalmaz. Ancak bu önümüzdeki bir kaç ay içerisinde gerçekleşebilecek bir şey değil. Bu yüzden lütfen beni TÜDAY ‘in 26. kuruluş yıldönümüne tekrar çağırın. Mutlaka geleceğim.”]
iyazgan@web.de