50 yıl önceki bu tarih o zamanki adıyla Batı Almanya’nın 1945 sonrasındaki tarihindeki önemli dönüm noktalarından bir tanesidir. Batı Berlin’de –o yıllarda Berlin ikiye bölünmüştü, Doğu kesimi Demokratik Almanya Cumhuriyeti’ne (DAC) aitti- İran Şahına karşı gösteri yapan öğrencilerden Benno Ohnesorg’un polis tarafından öldürülmesiyle öğrenci hareketi radikalleşti. Batı Almanya 68’i hızla yükselmeye başladı.
Almanya 68’i –okur bunu zamanın Batı Almanyası olarak anlamalıdır, DAC’de 68 olmadı- dünyanın önde gelen 68’lerinden bir tanesidir. Toplumun Nazi geçmişiyle hesaplaşmasının yolunu açmıştır, 50 yıl sonrasından bakıldığında önemli bir kültürel değişime neden olduğu görülmektedir. Bu nedenle Almanya’da 68 kalmıştır. Aşılmıştır, ama toplumda neden olduğu değişiklik kalıcı olmuştur.
İran Şahı ve eşi Farah Diba Almanya’yı ziyaret ediyordu. Ziyaret dokuz gün sürecekti. Zamanın başkenti Bonn’un yanı sıra Münih ve Batı Berlin’e de gideceklerdi.
1960’lı yılların ikinci yarısını hatırlayacak kadar yaşlı olanlar Hayat dergisini hatırlayacaktır. Derginin hemen her sayısında Diba’nın bir fotoğrafı yer alır ve ya elbisesi ya da saç modeli konu alınırdı. Şah’ın gittiği her ülkede protestoyla karşılaşması da bir başka sürekli haberdi. İran’ı terk etmek zorunda kalan öğrenciler Şah bulundukları ülkeyi ziyaret edince sokağa dökülüyordu ve bunu da genellikle yaşadıkları ülkenin muhalefetiyle birlikte yapıyorlardı. ABD’dekilerin yanı sıra Almanya üniversitelerinde de örgütlüydüler.
Devlet düzenlemeleriyle ülkenin emperyalizme bağımlı ve Batı tipi modernleşmesini savunan İran Şahı tam bir terör rejimi kurmuştu. Gizli örgüt SAVAK daha o yıllarda bile yaptığı işkencelerle tanınıyordu.
2 Haziran 1967’de Batı Berlin’de Şah’a karşı gösteri yapan öğrencilerden birisini öldürmesi, 24 Temmuz 1968’de İstanbul’da Vedat Demircioğlu’nun öldürülmesine benzetilebilir. Almanya’da da Türkiye’de de öldürülen ilk öğrencilerdi ve öğrenci hareketi bu ölümün ardından radikalleşecektir.
2 Haziran 1967’deki ilk ölüm zamanın Almanyasında yıllardan beri şekillenen zeminin hızla olgunlaşmasına yol açacaktı. 1950’li yıllardan başlayarak ülkenin silahlanmasına, NATO’ya katılmasına, ABD ile yakın işbirliği içinde olmasına yönelik muhalefet vardı. Aynı muhalefet ülkenin nazi geçmişine yönelik olarak da şekilleniyordu. Ders kitaplarında bu geçmiş okutulmuyor, tarih genellikle Weimar Cumhuriyeti’nde bitiyordu. Bu geçmişle hesaplaşılması gerekiyordu. Bu hesaplaşma kaçınılmaz olarak kuşak çatışmasını da barındıracaktı çünkü çok sayıda gencin dedesi ve babası NSDAP’nin (Almanya Ulusal Sosyalist İşçi Partisi) aktif üyesi olarak çalışmış, savaş kaybedilip Almanya kayıtsız şartsız teslim olunca da o geçmişi unutmuş görünmeyi tercih etmişti.
Batı Almanya olarak da bilinen Federal Almanya olsun DAC olsun NSDAP ile yoğun işbirliği yapmış, üye olmuş bir halk temelinde kurulmuştu. Parti üyesi olmayan hakim ve öğretmen çok azdı. Bunlar “özeleştiri” yaparak yeni rejimlerde –Batı’da parlamenter demokrasi, DAC’de sosyalist halk demokrasisi- görevlerini sürdüreceklerdi. Almanya’nın her iki tarafında da NSDAP’nin bilinen isimleri dışında kimseye karşı soruşturma yürütülmemiş, dava açılıp hapse mahkum edilmemişti. DAC kesimindeki SED (Almanya Sosyalist Birlik Partisi) işi daha sıkı tutuyordu ama sonuçta dışarıdan halk getirilemeyeceğine göre yeni rejimin inşasında bu halka dayanılacaktı.
Almanya halkı Nazi rejimini sonuna kadar desteklemiş ve zayıf bazı çıkışlar dışında önemli bir muhalefet gösterememişti. Bu rıza ve işbirliği esas olarak Nazi terörüyle açıklanamazdı.
1960’lı yıllarda Almanya üniversitelerinde sosyolojinin gözde konularından bir tanesi, Nazilerin önemli felsefe geleneği olan bir ülkede nasıl işbaşına gelebildiklerinin açıklanmasıyla ilgiliydi. Bu konuda Frankfurt Okulu olarak bilinen akımın önemli açıklamaları oldu. Adorno, Horkheimer ve Marcuse 68’in çok okunan ve tartışılan isimleri oldular. Adorno ve Horkheimer’in “Otoriter Aile” kitabı bu dönem Nazi geçmişin açıklanmasında önde gelen bir yapıt durumuna geldi. Bu görüşe göre, Almanya’da faşizm ailede başlıyordu. Otoriter aile geleneği, büyüklerden gelen emirlerin kayıtsız şartsız uygulanması geleneği Nazi döneminde iyice gelişmişti.
Nazilerin bazı önemli duruşmalarında yaşananlar da bu görüşü doğruluyordu. Eichmann’ın İsrail’deki duruşmasına giden Hannah Arendt de yaşadığı şaşkınlığı tepki görmesine rağmen açıkça belirtmişti: Eichmann Yahudi düşmanı değildi, verilen emri yerine getirmeye alışmıştı.
Adorno’nun sonraki araştırmalar için çığır açıcı denilebilecek sorusu şuydu: Nazilerin ne dediği önemli değildi. Asıl önemli olan, Alman halkının bunları dinleyecek duruma nasıl geldiğinin araştırılmasıydı.
Almanya 68’inin etkisiyle yıllar süren bir süreç içinde de olsa aile eğitimi ve okullardaki eğitim değişecek, daha az otoriter, çocuğa ve öğrenciye daha fazla inisiyatif verilmesini gözeten bir sisteme geçilecekti.
Almanya 68’i faşizmin ciddi bir kültürel boyutu bulunduğunu ve bunun da iktidarın değişmesiyle ortadan kalkmayacağını gösterecekti. Bunun için yıllarca uğraşılması gerekiyordu.
Sürecek…