16 Nisan'da sadece Erdoğan kaybetmedi

Türk devletinin siyasal geçmişinde önemli ve tarihi bir referandum yapıldı Bu referandum sıradan bir oylama olmadığı gibi bundan önce yapılmış seçimlerden çok daha özel bir anlama sahiptir.

Yapılan referandumun tarihi özelliği, iki noktada ifade edilebilir. Birincisi, referanduma biçilen rol anlamında, ikincisi ise alınan yenilgi anlamında tarihi olmasıdır.

Bu gerçekleri daha yakından görmek için, öncelikle bu referandum neden yapıldı, sorusunun cevabına bakmak,bu noktayı açıklığa kavuşturmak gerekir. Türk devletinin tarihinin en kritik dönemini yaşadığı  bilinmektedir. Devletin yaşadığı bu kritik durum, sıradan, benzerleri yaşanarak atlatılmış durumlardan değildir. Devletin bugün yaşadığı kriz, varlık-yokluk süreci olarak tanımlanmaktadır. Yani Devlet, çok baskın ve yakın bir yok olma tehlikesi ve korkusu yaşamaktadır. Bu somut ve büyük tehlikeye karşı devlet, kendisini yeniden yapılandırmaya karar vermiştir. İşte bu yeniden yapılanma sürecinin ilk adımı olarak referandum gündeme gelmiştir.

Yoksa referandum, sanıldığının aksine, Erdoğan'ın fiili diktatörlüğüne yasal kılıf oluşturulmasından ibaret bir makyaj operasyonu değildir. Bu referandumla,Türk devletinin belli başlı fraksiyonları ortak bir proğramda anlaştılar. Türk devletini bölünmekten kurtarmak, büyük Türkiye'yi oluşturmak ve bunun önünde engel olan Kürt sorununu bastırmak için devleti yeniden yapılandırmak, yapılan anlaşmanın temel noktaları olarak belirlenmiştir.

Türk devleti, bu projenin yürütücü yöntemi olarak 'Türk tipi başkanlık' olarak tanımlanan yönetim modelini belirledi. Bu yönetim modeli, ihtiyaç duyulan baskı, katliam ve savaş süreçlerinin daha seri ve herhangi bir engelle karşılaşmadan sürdürülmesi için gerekiyordu. Ama aynı zamanda, bu yönetim modelinin, çoğunluğu muhafazakar olan hedef kitleye, tarihsel Osmanlı ve Halifelik referansı üzerinde anlatılmasının kolay olacağı hesaplanmıştı.

Bu Padişahlık-Halifelık modelinin yürütücüsü olarak, belli başlı kadroların en avantajlı olanı olduğu için, Erdoğan belirlenmiştir. Erdoğan'ın sahip olduğu mevcut konumu Erdoğan'ı güçlü kılan ilk etkendir. Ancak daha önemliisi, Padişahlık- Halifelik modeli, muhfazakar bir toplumsal yapı gerektirmektedir, Türkiye'de geniş ve güçlü bir varlığı olan bu toplumsal yapıyı ikna edebilecek en uygun kadronun Erdoğan olduğu varsayılmıştır. Son olarak Erdoğan, kendisi de bu projenin yürütücüsü olmayı şiddetle istemiştir. Çünkü halklara karşı işlediği suçlardan ve adının karıştığı yolsuzluklardan dolayı geleceği ve hayati tehlike altında bulunmaktadır. Başkan ve Halife olması halinde bu tehlikeyi savuşturacağını düşünmüştür.

Belirtilen amaçla ve belirtilen şekilde gidilen referandumu Erdoğan, müttefikleri olan Ergenekoculara karşı elini güçlendirmek için değerlendirmeyi de ihmal etmemiştir. Çünkü Erdoğan, Ergenekonculara karşı kendisini güvende hissedemiyor, bu kaygısını gidermek için halkın desteğinin arkasında olduğunu görmek/göstermek istiyordu. 15. Temmuz da bir ay boyunca insanların bütün araçlar kullanılarak sokaklarda tutulması bu nedenleydi. Referandumu her yolla kazanmaya çalışmasının böyle bir arka planı, daha spesifik, özel bir yanı da bulunmaktaydı.

Kısacası referandum, devletin ve Erdoğan'ın somut bir politik ihtiyacının sonucu olarak kararlaştırılmıştır. Devlet, burada elde edeceği imkanlarla, başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi mücadelesini bastırmak, Erdoğan ise kişisel geleceğini kurtarmak istiyordu. Yoksa yeni oluşturulan anayasal kurallara uyulacağı için değil. Bugün oluşturulan kurallarını, yarın yok sayabilir, yokmuş gibi davranabilirler. Bu nedenlerle yaşanan referandum tarihi bir refarndum olmuştur.

Ancak bu hesaplarla planlanan referandumun sonucunda, ne Erdoğan mütteffiklerine karşı elini güçlendirebildi ve ne de Türk devleti geleceğini kurtarabildi. Tam tersine oluşturulmuş olan proje, bir bütün olarak çöktü, projenin sahipleri kelimenin tam anlamıyla çuvalladılar. Burada önemli olan ve zaman zaman gözden kaçıırılan bir gerçek var. Bu referandumda sadece Erdoğan kaybetmedi, Erdoğan'la birlikte Türk devleti de kaybetti.

Bu gerçeklik, çok yazıldı, genel kabüle dönüştü, tekrara, fazla söze girilmeden bir iki cümle belirtilebilinir. Erdoğan'ın yaptığı açıklamadan da anlaşıldığı gibi, hırsızlık yaptığını itiraf etmiş, atı çalıp Üsküdar'dan kaçmaya çalışmıştır. Ama kaçamamış, suç üstü yakalanmıştır. Erdoğan'ın kaybettiği gerçeği, hırsızlıkla, zorbalıkla elde edilmiş olan kıl payı fazlalılkla gizlenmeyecek kadar somut ve açıktır. Kaldı ki, toplumsal sorunlar, sayı sorununa indirgenmeyecek ve sayılarla izah edilemeyecek kadar karmaşıktır.

Yaşanan bu gelişmelerin Erdoğan açısından açığa çıkarttığı bir diğer önemli sorun da, Erdoğan'ın müttefikleriyle kurduğu ittifakın çatırdayacak olmasıdır. Erdoğan, sanıldığının aksine devleti ele geçirmiş ve tek başına yönetiyor durumunda değildir. Erdoğan, devlet içindeki güçlerle kurulmuş bir ittifakın yürütücüsüdür ve müttefiklerine karşı yerine getirmekle yükümlü olduğu sorumlulukları, verdiği taahütleri bulunmaktadır. En başta Kürt sorunu çözülecek, Türkiye büyüyecek, bölgenin en güçlü devleti olunacaktı. Bu taahütlerin hiçbirisi yerine getirilmemiştir ve bu durum müttefiklerin Erdoğan'la hesaplaşmalarını gündeme getirecektir. Bu da önemli bir gerilim kaynağı olarak önümüzdeki dönemde karşımıza çıkacaktır.

Bütün bu gelişmeler birlikte değerlendilirdiğinde, Erdoğan'ın da devletin de, bu referandumda sadece bir seçim kaybı değil, çok daha önemli bir kayıp yaşadıklarını belirlemek gerekmektedir. Devletin ve Erdoğan'ın yaşadığı hayati kriz, referandumla aşılmamış, derinleşmiştir. Gelinen noktada devletin ve Erdoğan'ın önünde duran hiç bir sorun çözülemeyecektir. İstendiği gibi Padişah- Halife olunamayacak ,Kürt sorunu bastırılmayacak, bölgenin büyük devleti rüyası bir rüya olarak kalacaktır. İkinci tarihi durum budur. Bugün devletin yaşadığı kriz, belki ilk değildir, ancak aşılamaz olmasıyla, halkların örgütlü ve güçlü bir direnişinin var ve devam ediyor olmasıyla, bu durum, tarihidir ve ilktir.

Mevcut ortam, demokrasi güçleri açısında büyük olanaklar sunabilir veya ileri sıçramanın imkan ve fırsatları yaratılabilinir. Yeni mücadele alan ve dinamikleri açığa çıkabilir, yeni araçlar geliştirilebilinir.  Bütün bunlar, geleceği yaratmanın sorumluluğuyla konuya yaklaşan güçlerin yaratıcılığına bağlı olarak yaşanacak ve şekillenecektir.

7. Haziran da ve 16. Nisan da halkların zülme ve baskıya karşı elde ettiği kazanımların daha büyük sonuçlarla taçlandırılması mümkündür ve uzak bir ihtimal değildir. Yeter ki zalime, toparlanması için fırsat verilmesin.